• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/pages/Abdülkadir-Geylani-Derneği/449321835176851
  • https://twitter.com/KADRDERV
SİTE MENÜSÜ
GÖRÜNTÜLÜ MEALLİ KUR'AN-I KERİM HATMİ ŞERİFİ
NAMAZ VAKİTLERİ
Site Haritası

MENKIBELER 2. SAYFA

 

MENKIBE 10: 

MÜJDE 
 
 Hazreti Gavsu'l Azam Seyyid Abdulkadir Geylani’nin ellerini balıkların öpmesi ve su üzerine serilmiş bir seccadede, makamı büyük kişilere imamlık ederek namaz kıldırması hakkındadır.

Şeyh Süheyl ibn Abdullah Tusteri (Kuddise Sirruhu), “Keşf” adlı eserinde şöyle buyurmuşlardır:

Bağdat halkı arasında öyle makamı büyük ve yüksek güce sahip bir kişi çıkacaktır ki; kerameti kevniyye ve ilmiyesi son derece yüksek olacaktır. Öyle ki; Dicle’nin balıklarının onun el ve ayaklarını öpmesine şahit olmaktayım. Size bu büyük zatı müjdelerim. Ortaya çıkması müjdelenen Gavsu'l Azam Seyyid Abdulkadir Geylani, değerli taşlarla donanmış, altın ve gümüş işlemeli bir seccadede ibadet etmektedir. Bu seccadenin ilk satırında;

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُو

ayeti celilesi yazılıydı. Manası: "Bilesiniz ki; Allah (Celle Celalühü)’ın dostlarına korku yoktur ve üzülmeyecekler de.” (Yunus, 62) Seccadenin üzerinde aslan heybeti ile duran Gavsu'l Azam'ın arkasında, onun imametine uyarak bütün devrin velileri ve görünmeyen makamında yüksek kişiler namaz kılmaktadır. 
                                           

                      

 
MENKIBE 11: 
 
MAKAMA ULAŞMAK İÇİN 
 
Hazreti Gavsu'l Azam’ın tavuğun dirilmesine vesile olması hakkındadır.

Büyük şeyhlerden şöyle rivayet edilmiştir:

Bir kadın çocuğuyla beraber Hazreti Gavsu'l Azam’ın yanına gelir, çocuğunu Gavs'a teslim eder ve:

-“Bu benim çocuğum, terbiye etmeniz için size teslim ediyorum” der. Hazreti Gavsu'l Azam, çocuğu halvete oturtur. Bir kaç gün sonra kadın çocuğunu görmek için gelir. Çocuğunu incelmiş, zayıflamış ve yanında arpa ekmeğini görünce, Hazreti Gavsu'l Azam’a gider, Gavsul Azam’ın tavuk yediğini görür ve şöyle der:

-“Ya Gavs! Siz tavuk eti yiyorsunuz, benim oğlum ise arpa ekmeği yiyor ve oğlum incelip zayıflamış.” Hazreti Gavs konuşmaz, tavuğun kemiklerini toplar ve

-“Çürümüş kemikleri dirilten Allah’u Teâla’nın izni ile kalk”der. Allah’u Teâlâ, tavuğu diriltir ve Hazreti Gavs kadına;

-“Maksadım oğlunun bu makama ulaşmasıdır. Oğlun bu mertebeye geldikten sonra hangi yemeği yerse yesin. O zaman zararı olmaz.” 
 
 
 
MENKIBE 12: 
 
ŞEYTANIN HÜCUMUNA KARŞI
 
Şeytanların Hazreti Gavsu'l Azam'a hücum etmesi hakkındadır.

Şeyh Osman es-Seyrefani anlatıyor:

Abdulkadir’den şöyle dinledim; "Geceleri harabelerde kalırdım. Bağdat’a inmezdim. Toplu halde silahlı şeytanlar gelip, benimle çarpışarak bana ateş ederlerdi. Kalbimde son derece azim ve direnç hissederdim. İçten bir ses duyardım: “Ey Abdulkadir! Kalk onlarla savaş. Korkma biz seni kuvvetli kıldık. Yardımlarımızla muhakkak onlara galip geleceksin.” Bu sesi duyunca onlara hücum ederdim. Sağa sola dağılıp kaçarlardı. Geldikleri yerden gidip benden uzaklaşırlardı. Hele içlerinde koca bir şeytan vardı. Durmadan bana gelir; buradan git yoksa sana şöyle yaparım” diye tehdit savururdu. Ben de var gücümle ona bir tokat atardım. Benden uzaklaşır giderdi. Yürekten bir “La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim" deyince hemen baştan tırnağa yanardı, ben de onu seyrederdim...” Bir defasında bana çirkin görünüşlü ve son derece pis kokan bir şahıs gelerek;

-“Ben İblisim. Sana hizmet etmeye geldim. Beni ve avanemi çok yordun” dedi.

-“Sana itimadım yok. Hadi uzaklaş buradan dedim... Bunun üzerine elini kaldırıp bana vuracak oldu. Fakat ben ona fırsat bırakmadan başına bir darbe indirdiğim gibi yerin dibine gömdüm...”


İkinci defa yine geldi. Bu sefer elinde ateşten büyük bir kıvılcım vardı, durmadan onunla bana hücum ediyordu. Derken atlı bir adam, elinde kılıç bana yardıma gelmez mi! Hemen kılıcı aldım ve iblisi sırtüstü yuvarladım.

Üçüncü defa onu benden çok uzak yerde ağlar gördüm. Başının üstüne toprak saçıyor ve şöyle diyordu:

-“Senden ümidimi kestim. Galiba seni saptıramayacağım”dedi. Ben de;

-“Sus ey melun!” dedim.

-“İşte bu azap kamçılarından daha şiddetlidir bana” diye mukabele etti. Şeytanı başımdan savdıktan sonra, bana şöyle haller vaki oldu:

Bir seferinde bana dünya zevk ve ziynetleri göründü ve sordum:

“Bunlar nedir?”

-“Bunlar dünya zevk ve ziynetleridir. Senin gibisini avlamaya geldiler” diye cevap verildi. Bunun üzerine ben onlarla savaştım. Yüz vermedim. Benden yüz bulamayınca kaçıp gittiler. Sonra benimle alakalı birçok engel gördüm ve sordum:

“Bunlar nedir?


-“Bunlar senin yaratılışında bulunan bazı sebeplerdir.” diye cevap verildi. Bunun üzerine onların sırtını yere getirmek için tam bir yıl uğraştım, nihayet galip geldim, hepsini kendimden koparıp attım... Sonra kendi içimi seyrettim. Gördüm ki; kalbim bir çok şeyle ilgileniyor, hayaller kuruyor, kendini saraylarda sanıyor... Sordum;

-“Bunlar nedir?

-“Bunlar senin iraden ve ihtiyarın” dediler.. Bunun üzerine tam bir yıl çalıştım, nihayet kalbimi bu gibi şeylerden alıkoydum.
 
 
 
 
MENKIBE 13:
O GÖRDÜĞÜN KUŞ, BENİM!
 
Hazreti Gavsu'l Azam'ın annesinin başörtüsünü alan doğan hakkındadır.

Sultan çocuk on yaşında iken anne tarafından şu hadise ona anlatıldı:

“Senelerce evveldi, bir gün çölde gidiyordum, karşımda bir bedevi çıktı ve bana saldırdı. O zaman feryadı bastım. Birdenbire gökyüzünde bir doğan peyda oldu ve bedevinin tepesine çullandı. Başına gagasıyla ve kanatlarıyla vurmaya başladı. Bedevi çaresiz kalıp kaçtı. Doğan da benim başımdaki örtüyü alıp, fezaların derinliklerine doğru uçtu gitti. O kuşa hala taaccüp etmekteyim.” Annesini hayran hayran dinleyen Abdulkadir Geylani Hazretleri tatlı tatlı gülümsedi ve huzurdan ayrıldı. Bir müddet sonra elinde başörtüyle gelip şöyle dedi;

-“Ey benim annem! İşte bu, senin başörtün. O gün gördüğün kuş da bendim." Annesi bu tecelli karşısında gözyaşlarını tutamadı ve Hakk'ın huzurunda şükür secdesine kapandı.  
 
 
 
MENKIBE 14:
KİM İSMİNİ YÜCELTİRSE, O DA YÜCELİR
 
Hazreti Gavsu'l Azam'ın halinde celaliyet sıfatının galibi olması sebebiyle ismini abdestsiz ananların helak olması ve sonra Hazreti Gavsu'l Azam'ın bu haletten vaz geçmesi hakkındadır.

Gülzarül Maani adlı kitapta zikredilir. Celaliyet sıfatı Gavsu'l Azam'da galibi olur. Bu sebeble onun ismini abdestsiz ananların başı cesedinden ayrılıp ölüyormuş. Ceddi Resülullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i rüyasında görür. Ona şöyle der:

"Bu haleti terk et! Zaman gelecek insanlar Allah'ın ve benim ismimi edepsiz ve hürmetsizce anacaklar." O da bu haleti terk eder. Bazıları der ki bu halet yayılınca kendisine bir şey olacak diye kimse onun ismini abdestsiz anmaya cesaret edemez. Bağdat evliyaları, Hazreti Gavsu'l-Azam'ın huzuruna gidip bu şiddetten insanları affetmesini talep ederler. Hazreti Gavsu'll-Azam şöyle der:

Ben bu haleti sevmiyorum, ancak Rabbim bana; "Sen benim ismimi yücelttin, biz de seni yücelttik. Kim yüceltirse kesinlikle o da yüceltilir." hitabında bulundu.  
 
 
 
 
MENKIBE 15: 
GAVSÜ'S-SAKALEYN 

Cinlerin Hazreti Gavsu'l Azam’ın emrine uyuşu hakkındadır.

Ebu Said Abdullah b. Ahmed b. Ali el-Bağdadı el-Eczi, başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatmıştır:

537'de 16 yaşında Fatıma ismindeki kızım evin damına çıkmıştı. Baktım aşağı inmedi. Neden sonra öğrendim ki; kızımı kaçırmışlar. Büyük bir korku ve heyecan içerisinde hemen şeyh Abdulkadir'e koştum, durumu kendisine anlattım. Bana şu tavsiyede bulundu:

 

“Bu gece hiç vakit kaybetmeden Kerh'in harabelerine git. Beşinci tepede oturup, yerde; “Bismillah, şeyh Abdulkadir’in niyetine, diyerek bir daire çiz. İyice karanlık basınca oradan çeşitli kılıktaki cinler sana görünüp geçecekler. Seher vakti olunca büyük bir debdebe ve tantana içinde onların kralları beraberinde birçok cin olduğu halde gelecek. Sana ne istediğini soracak. Ona, beni Abdulkadir gönderdi, diyerek kızının durumunu anlatırsın."

Bu tavsiye üzerine dediği yere gittim, bana tembih ettiklerini bir bir yaptım... İyice karanlık basınca baktım ki; korkunç manzaralı cinler bölük bölük gelmeye başladılar, fakat çizmiş olduğum daireden içeri giremedikleri için bana yaklaşamadılar. Neden sonra kralları büyük bir debdebe ve tantana içinde geldi ve “Ne istiyorsun söyle bakalım ?" dedi. Beni sana şeyh Abdulkadir gönderdi, dedim. Abdulkadir’in ismini duyunca hemen attan indi, yeri öptü. Yanındakilerle birlikte dairenin dışında oturdu ve sordu;

“Söyle bakalım benimle ne işin var?" dedi. Kendisine başımdan geçenleri anlatınca hemen yanındakilere;

-“Bunu hanginiz yaptı? Bunu kim yaptı?” diye çıkıştı.

-“Bilmiyoruz kimin yaptığını.” dediler.

-“Mutlaka biriniz yapmıştır bu işi!” diye bağırınca, “Mârid” adında bir cin, kızı yanına alarak meydana çıktı. “İşte ben kaçırdım kızı” dedi.

-“Neden yaptın ey “Marid” bu işi?” dedi.

-“Kız gayet güzeldi. Güzelliğine dayanamayıp ona aşık oldum da onun için kaçırdım, dedi. Bunun üzerine hemen;

-“Vurun şunun boynunu!" dedi ve bana kızımı teslim etti. Kendisine;

-“Bugüne kadar, senin gibi Abdulkadir’in emrine candan imtisal eden birini görmedim, deyince;


-“Bu nasıl olmasın ki; O, her gece evinden bakar, cinleri seyreder, cinler onu görünce korkularından sağa sola kaçışırlar. Allah (Celle Celalühü) sevdiği bir kulun emrine insanlardan ve cinlerden birçoklarını verir...”diye mukabele etti.  
 
 
 
 
MENKIBE 16: 
 
KUDRETİ SONSUZ ALLAH
 
Dicle nehrinde boğulanlar hakkındadır. Aynı kitapta Hazreti Gavsu'l Azam’ın şu kerameti de anlatılmıştır:

Hazreti Gavsu'l Azam bir gün müritleriyle bir nehir kıyısına gelmişlerdi. Kenarında dinlenirlerken, o bölgenin kadınları nehirden testilerle evlerine su taşıyorlardı. İçlerinden yaşlı bir kadın testisini taşırken gözlerinden yağmur gibi yaş döküyor, feryadı figanlar ediyordu. Hazreti Gavsu'l Azam, onun bu halini görünce yanındakilere; “Biriniz gidip şu kadının feryadı figan etmesinin sebebini öğrensin” buyurdu. Müridin biri, kadının yanına varıp niçin ağladığını sordu. Kadın ona dedi ki;

“Benim derdim Yakup’un Yusuf'a hasretinden daha acı, daha derindir. Yiğit bir oğlum vardı. Kendisine uygun bir kız bulup evlendirmiştik. Düğünden sonra Dicle'nin karşı kıyısına çıkmak için gelinle damat, düğün alayı ile birlikte sala bindiler. Sal, nehrin ortasına varınca ani bir rüzgâr çıktı. Bir dalga salı devirdi. İçindekilerin hepsi suya gömülüp boğuldular. Bu felaketten 20 sene geçmiş olduğu halde, acısını kalbimden çıkaramadım. Ne zaman su almak için Dicle'ye gelsem, o günü hatırlarım, ciğer köşem, bir tanecik oğlum! Bu çaresiz anneni bırakıp nereye gittin, diye ağlayıp sızlamaktan kendimi alamam.”

Pîr Hazretleri müridden kadının söylediklerini dinleyince şöyle buyurdu;

-“Git o kadına söyle üzülmesin. Ağlamayı sızlamayı bıraksın. Cenab-ı Hakk’ın yardımı, Rasulü Ekrem'in himmeti sayesinde ayrılığı bitecek, oğluna kavuşacak, ona bunu müjdele.” Adam kadına gidip müjdeyi verdi ama kadın şaşkınlığa düştü ve:

-“Hoş söylersin. Lâkin bu olacak şey mi? 20 yıl önce ölen evladım nasıl geri gelir? Ancak ben ölürsem ona orada kavuşabilirim” deyip ağlamayı sürdürdü. Adam, Pîr Hazretleri'ne kadının teselli bulmadığını, sızlanmasına devam ettiğini anlatınca, Hazreti Gavsu'l Azam göklerin ve yerin yaratıcısına yönelip;

-“Ey alemleri yoktan var eden, her şeye gücü yeten Kayyum Allah'ım! Bu bîçare kadının oğlu, gelini ve onlarla birlikte suda boğulan kullarını lütuf ve ihsanınla dirilt. Gamlı gönüllerimizi sevindir. Bunu senden niyaz ediyorum.” Bir müddet murakabede kaldılar. Sonra dualarının kabul edildiğine dair bir eser meydana çıkmayınca, umman misali gönülleri dalgalanıp coştu. Ehadiyet divanından naz ve niyazla şöyle yakarmaya başladı:

-“İlahımız, Mevla’mız! Bu Abdülkadir kulunun niyaz eylediği şu ana kadar yerine gelmedi. Bu gecikmeden dolayı kudretinden şaşkınlığa düştüm Ya Rabbi...” bunun üzerine hafiften şöyle bir hitap geldi;

-“Ey Abdulkadir! Senin bütün dileklerin izzet dergâhında kabul görür. Ancak fiillerim hükmümün gereği olarak teenni (yavaş) ile ortaya çıkar, acele olmaz. Mühlet vererek inayet ve ihsan buyururum. Bilmez misin ki, bu kâinatı bir anda var etmeye gücüm varken 6 günde yarattım. Çünkü kullarımın işlerinde acele etmemeleri gereğini belli etmek istedim.”


Bu ilahi hitabın arkasından nehir dalgalanıp karıştı. O kadıncağızın oğlu, gelini ve diğer suda boğulan yakınları nehirden çıkıp geldiler. Bu hali gören kadının aklı başından gidip sevincinden bayıldı. Oradaki Müslümanlar, bu eşsiz keramet karşısında secdeye kapandılar. Müslüman olmayanların çoğu şehadet getirip İslam'a girdi. Gavs Hazretleri bu büyük ihsana şöyle şükürler etti:

-“Ey Kadir, Kayyum olan Allah'ım!” Zatının kudreti pek büyük ve sonsuzdur. Her muradı yerine getirirsin. Ölmüş, çürümüş, adı izi kalmamışlara taze can verirsin, dirileri cansız edersin.” 
 
 

  
MENKIBE 17: 
 
YILANIN DİLE GELMESİ 
 
Hazreti Gavsu'l Azam'ın yılanla konuşması hakkındadır.

Ahmed b. Salih el-Cili anlatıyor:

Nizamiye medresesinde Abdulkadir ile beraberdim. Ona birçok fakih ve fakir geldiler, onlara anlatmaya başladı. Biraz sonra tavandan büyük bir yılan düştü. Herkes kaçışmaya başladı. O kaçmadı ve anlatmayı da bırakmadı. Yılan geldi elbisesinin altından girip vücudunda dolaşmaya başladı. O anlatmaya devam ediyordu. Yılan göğsünden doğru boynuna çıktı. Boynuna dolandıktan sonra yere inip kuyruğunu havaya kaldırdı. Abdulkadir onunla bir şeyler konuştu. Ama biz bir şey anlayamadık. Yılan uzaklaştıktan sonra birkaç kişi gelip Abdulkadir’e yılanla ne konuştuklarını sordu. O: “Yılanla aramızda şöyle bir konuşma cereyan etti” dedi. Yılan bana dedi ki;

-“Çok evliya denedim. Senin gibisini hiç görmedim” dedi. Ben de bunun üzerine;

-“Sen tavandan düştüğün zaman ben kaza ve kader hakkında halka vaaz veriyordum. Senin kaza ve kader hükmü ile yürüyen ve duran bir hayvancıktan başka bir şey olmadığını da pekâlâ biliyordum. Bu yüzden kavlim ile fiilimin birbirine uygun düşmesin istedim. Ve onun için yerimden kımıldamadım’ diye cevap verdim.

Oğlu Abdurrezzak anlatıyor:

Babamdan dinledim. Dedi ki; Bir gece Camii Mansure’de namaz kılıyordum. Secdede iken büyük bir yılan geldi. Ağzını açtı, beni yutacak sandım. Elimle ittim. Teşehhüde oturunca dizlerimden doğru boynuma tırmandı. Sonra selam verince onu göremedim. Sabah olunca camiye bitişik olan bir harabeye girdim. Orada gözleri dışarıya fırlamış korkunç bir adam gördüm. Hemen onun cin olduğunu anladım. Bana dönerek;

-İşte ben, dün gece gördüğün yılanım. Seni denemek için gelmiştim. Senden önce birçok veliyi denedim. Senin kadar sağlam yürekli ve sabit iradeli birine rastlamadım. Sonra kimisi kalben ve bedenen hasta oldu. Kimisi yalnız kalben hasta oldu. Sen ise maşallah hem kalben hem bedenen dimdik kaldın. Kılın bile kıpırdamadı” dedi ve huzurumda tövbe etmek istedi. Ben de dileğini kabul ederek onu tövbeye getirdim.  
 
 
 
MENKIBE 18
 
 ANNEME SÖZ VERDİM
 
Hazreti Gavsu'l Azam’ın huzurunda eşkıyanın tövbe edişi hakkındadır.

Şeyh Muhammed b. Kaı'd el-Evani anlatıyor:

“Şeyhin yanında idim, ona birçok mesele sordum. Bir defasında da şunu sordum kendilerine:

-“İşini ne üzerine tesis ettin?" cevap verdiler:

-“Doğruluk üzerine. Hayatımda hiç yalan söylemedim. Çocukluğumda, okul çağımda dahi yalan söylemedim. Küçüklüğümde bir Arefe günü sığır gütmeye gitmiştim. Sığır bana dönerek; 'sen bunun için yaratılmadın ey Abdulkadir!' dedi. Hemen korku ve dehşet içinde eve döndüm. Evin damına çıktım. İnsanları arafatta vakfede gördüm. Hemen anneme koştum ve dedim ki; anne beni Allah (Celle Celalühü)’a bağışla. Bağdat’a gitmeme izin ver. Orada ilim tahsil etmek ve salih kişileri ziyaret etmek istiyorum. Annem sebebini sorunca durumu kendilerine anlattım. Ağladı ve kalkıp babamdan kendisine miras kalan 80 dinarı  getirdi. Kırkını kardeşime ayırdı. Kalan kırkını da koltuğumun altına dikti. Bana doğruluktan ayrılmayacağıma dair öğüt verdikten sonra izin verdi ve

-“Haydi oğlum! Allah yolunu acık etsin. Yüzünü bir daha görmek bana nasip olmayacak” deyip beni gözyaşları içinde uğurladı. Küçük bir kafile ile Bağdat yoluna koyuldum. Hemedan'ı geçince, aniden altmış atlı eşkıya çıkıverdi. Kafileye saldırdılar. Bana ilişmediler. Biri beni alıp onlardan kaçırdı. Fakat bana sordu;

- ‘Ey fakir yanında ne kadar para var? Ben;

- "Kırk dinar” dedim.

-"Nerende o para?” dedi.

- “İşte şuracıkta, koltuğumun altında saklı duruyor” diye cevap verince bana inanmadı. Kendisiyle alay ettiğimi sanarak yanımdan uzaklaştı. Sonra diğer biri yakaladı beni, ilk defa soran gibi sordu. Ve ben de; ilk seferinde olduğu gibi cevap verdim. Sonra her ikisi beni önlerine katarak eşkıya başına götürdüler. Ona kendilerine nasıl cevap verdiğimi anlattılar. Bunun üzerine eşkıya başı;

-“Getirin, ben onu konuşturmasını bilirim.” Nihayet beni yanına iyice yaklaştırdıktan sonra;

- Nerede paran?” diye sordu.

-“İşte şuracıkta, koltuğumun altında” dedim. Bunun üzerine yakamı yırttı ve parayı aldı. Hakikaten dediğim gibi kırk dinar parayı hilafsız görünce hayret etti ve sordu:

-“Seni bu doğruluğa sevk eden sebep nedir?"

-“Annem benden hiç yalan söylemeyeceğime dair söz almıştır. Ben de ona verdiğim sözde duruyor, o canım anneme hiç ihanet etmiyorum. Ölsem de ona verdiğim sözden asla vazgeçmeyeceğim" dedim. Benim bu kesin ve kesin olduğu kadar da samimi olan cevabımı duyunca adam,
 
-"Ben bunca yıl haydutluk yapıp Allah (Celle Celalühü)’ın ahdini bozuyorum".

-Nâhak (haksız) yere halkın yolunu kesip soyuyor ve paralarını alıyorum. Benim halim indallah’da (Allah (Celle Celalühü) katında) nice olacak?" deyip tövbekâr oldu. Onun o samimi halini gören diğer çete mensupları; “Sen başımızsın, sen bizden daha iyi bilirsin, madem tevbe ettin, yaptıklarına pişman oldun, biz de tevbe ediyor yaptıklarımıza pişman oluyoruz” dediler. Ve kafileden aldıklarını bir bir sahiplerine teslim ettiler.

İşte huzurumda Allah (Celle Celalühü)’a boyun eğip ilk defa onlar tevbe ettiler. 
 
  
MENKIBE 19: 
 
NEFİS MÜCADELESİ 
 
Hazretİ Gavsu'l Azam’ın kendi nefsiyle mücadelesi hakkındadır.

-“Nefsimi gördüm. Bütün hastalıkları üstündeydi. Heva ve hevesi dipdiri. Şeytanları emre hazır bekliyorlardı. Bir senede onun sırtını yere getirmek için didindim. Allah (Celle Celalühü)’ın izniyle hastalıklarını iyileştirdim. Heva ve hevesini kırdım, şeytanını kovaladım. Ondan sonra bütün her şeyim Allah (Celle Celalühü)’ın oldu... Allah (Celle Celalühü) için oldu. Yapayalnız kaldım. Varlıkların hepsi arkamda kaldı. Fakat matluba vasıl olamadım.

Matluba ulaşmak için tevekkül kapısını denedim. Orasını pek kalabalık gördüm. Geçtim oradan. Şükür kapısını denedim, belki oradan matluba vasıl olurum dedim, olmadı. Orasını da kalabalık buldum. Oradan da savuştum.

Zenginlik kapısından geçeyim dedim, o da olmadı. Çünkü orası da pek kalabalıktı..

Bir de kurbiyyet kapısını çalıp onu da deneyeyim dedim olmadı. Çünkü orası da pek dolu idi.

Soluğumu müşahede kapısında aldım. Ne gezer, orası da ardına kadar dolu. Başka hiçbir yere bakmadan fakirlik kapısına doğru ilerledim. Bir de ne görsem, o kapı benim için ta ardına kadar açık değil mi?. Hemen içine girdim. Girdim ama bütün terk ettiklerim orada tam tekmil beni bekliyorlardı. Orada en büyük hazine kapısı açıldı. En büyük şerefe nail oldum, ebedi zenginlikleri elde ettim. Sonsuz bir hürriyete kavuştum. Bütün boş hayal ve temayüller buz gibi eridi, bütün sıfatlar toz gibi uçup gitti. Hem de bir daha geri dönmemesine... İşte bu ikinci bir vecd idi. 
 
SAYFALAR 1  2  3
Üyelik Girişi
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam327
Toplam Ziyaret1337901
Hava Durumu
Saat
Takvim