Sahabe, Peygamber Efendimizin tebliğini ve hayatını candan sahiplenmiştir. Onların hayatı Efendimizin sevgisiyle ve çevresinde şekillendiği için, günlük ibadetlerinden, savaş hukukuna kadar geniş bir alanda varlıklarını, hayatlarından çok farklı kareleri tespit edebiliyoruz.
Hayatın tüm alanlarında varlıklarını sürdüren sahabe efendilerimiz, bu
yönleriyle de kendilerinden sonra gelenlere örneklik teşkil etmişlerdir.
Onların hayatına baktığımızda dini ve dünyayı birbirinden ayırmadıklarını, ibadet eder gibi çalıştıklarını, çalışır gibi de ibadet ettiklerini, dahası ibadet hayatı ve çalışma hayatı diye bir ayrım yapmadıklarını görüyoruz.
Asr-ı saadeti incelediğimizde Resulullah Efendimizin İlahi desteğin yanında kul olarak her zaman tedbirlere başvurduğunu ve tüm hayatında plan ve programlar yaptığını da anlıyoruz.
Kaynakları taradığımızda çok ilginç ve bize sunulan sahabe portresinin yanında, bazı yeni manzaralarla da karşılaşabiliyoruz. Bu yazıda onların (Allah hepsinden razı olsun) hayatından farklı desenler, tablolar sunacağız:
Altı dil bilen sahabe
Zeyd bin Sabit (ra) hükümdarlara gönderilen mektupları yazar ve Resulullah'ın huzurunda konuşmaları cevaplardı. Efendimizin Farsça, Rumca, Kıptice ve Habeşçe tercümanıydı. Bu dilleri Medine'de, bu dilleri konuşan insanlardan öğrenmişti. Zeyd (ra), Farsçayı Kisra'nın elçisinden, Rumcayı Resulullah'ın hacibinden, Habeşçeyi O'nun erkek hizmetçisinden, Kıpticeyi de kadın hizmetçisinden öğrenmişti. Yine Resulullah'a Süryanice mektuplar geliyordu. Resulullah Zeyd bin Sabit'e (ra) Süryaniceyi öğrenmesini emretti, o da on küsür günde öğrendi.
Şiir ve mersiye söyleyenler
Hafız el-Azefi, Mevlid adlı eserinin sonunda Resulullah'ın vefatından sonra Efendimiz hakkında sahabenin söylediği birçok mersiyeye yer vermiştir. Bunlar, Hazret-i Ebubekir, Hazret-i Ömer, Hazret- Ali, Safiyye bint Abdülmuttalip (ra), Ebu Süfyan bin Haris (ra), Ka'b bin Malik (ra) gibi sahabelerdir.
Şiir konusunda şöyle çok enteresan bir hadise yaşanmıştır: Ebu Cervel el-Cüşemi (ra) şöyle demiştir: Resulullah bizi Hevazin gazvesinde esir alıp esirleri ayırmaya koyulduğunda yanına gelerek şöyle dedim:
"Bize bağışta bulunan kereminle ey Allah'ın Resulü/ Sen o kimsesin ki, senden umar ve bekleriz/ Bağışta bulun kaderin bağladığı aile ve aşirete/ Birliği parçalanmış hali vakti bozulmuş..."
Resulullah bu şiiri duyunca şöyle buyurdu: "Bana ve Abdülmuttalipoğullarına ait ne varsa sizindir." Bunun üzerine Kureyşliler, "Bize ait ne varsa Allah ve Resulü'nündür." Ensar ise, "Bize ait ne varsa Allah Resulü'nündür." dediler. Kendisinden bu şiirle şefaat istendiğinde Resululah'ın Hevazin kabilesine geri verdiği kadın-çocuk esirlerin sayısı altı bin, develerin yirmi dört bin, koyunları kırk bin idi.
Okuma-yazmaya verilen önem
Çocukların okuma yazma öğrenmeleri için okul açılmıştır. Ümmü Seleme (ra), okul (küttab) öğretmenine haber yollayarak kendisine çocuklar göndermesini istedi. Buhari, bir eserinde "Çocuklara selam verme" bölümü açar ve şunu kaydeder: İbn Ömer (ra), okulda (küttab) çocuklara selam verirdi.
Kadının okuma yazma öğrenmesi ve öğretmesi hususunda şu örnek vardır: Allah Resulü, Şifa Ümmü Süleyman bin Ebu Hasme'ye (r.anha), "Hafsa'ya yazı yazmayı öğrettiğin gibi nemle afsununu da öğret." buyurdu.
Nureddin el-Heysemi Mecmau'z-Zevaid adlı eserinde, "Kalemi ile hayır veya başka bir şeyi yazan kimse babı" başlığını vererek Ata'dan (ra) şöyle dediğini zikreder: "Ben İbn Abbas'ın yanındaydım, bir adam ona gelerek şöyle dedi: Ey İbn Abbas, benim hakkımda ne dersin?" O, "Senin hakkında ne diyebilirim?" deyince, adam, "Ben kalemle çalışan, yazan biriyim." dedi. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: Resulullah'ın şöyle dediğini duydum: "Kalem sahibi kimse kıyamet günü ateşten kilitlerle kilitlenmiş ateşten bir sandık içinde getirilir. Eğer kalemini Allah rızası ve Allah'a itaat yolunda kullanmışsa sandıktan kurtulur, eğer Allah'a isyan yolunda kullanmışsa kalemi açan ve sivrilten, mürekkebi hazırlayan da dahil olmak üzere sandık yetmiş sonbahar onunla aşağı düşer."
Tarih koyma ve takvim
Hicret-i Nebeviye esas alınarak tarih koymanın Ömer bin Hattab'ın halifeliği sırasında ortaya çıktığı bilinmektedir. Fakat Ebu Cafer (ra) şöyle nakleder: "Resulullah Rebiülevvel ayında Medine'ye geldiğinde tarih konulmasını emretti." Kalkaşandi şöyle der: Buna göre tarihin başlangıcı Hicret yılında olmuştur. Yine kaynaklarda şu bilgi vardır: Resulullah Necran Hristiyanlarına mektup yazdığında Hicret'e göre tarih koydu ve Hazret-i Ali'ye mektubun Hicret'in beşinci yılında yazıldığını yazmasını istedi.
Kağıt kullanımı ve bilimsel araştırmalar...
Yusuf bin Amr el-Mekki (ra) Miladi 707 yılı dolaylarında Hicaz'da pamuktan kağıt yapımını icat etti. Musa bin Nusayr (ra) da Mağrib memleketlerinde keten ve kenevirden kağıt yaptı. Her ne kadar bu sanatı Çinliler başlatmışlarsa da Müslümanlar onu geliştirmeye önem vermiştir. Kağıt yapımını Avrupalılar Müslümanlardan öğrenmişlerdir.
Resulullah'ın sırdaşı ve rüya yorumcusu
Huzeyfe bin Yeman (ra) Allah Resulü'nün sırdaşıdır. Onun bu şekilde adlandırılışı Nesai'nin Sünen'inde de geçmektedir. Bir gün Ebü'd-Derda (ra) ona şöyle der: "İçinizde, kendisinden başkasının muttali olmadığı sırları bilen sırdaş yok mudur?" Allah Resulü'nün münafıklar konusundaki sırdaşı Huzeyfe (ra) idi. Münafıkları Huzeyfe'den başkası bilmezdi, onları kendisine Resulullah bildirmişti. Hazret-i Ömer ona, "Valilerim arasında münafıklardan bir kimse var mı?" diye sorduğunda, "Evet, bir tane var." dedi. Hazret-i Ömer, "O kimdir?" diye sorunca, "Onun ismini anmam." dedi. Huzeyfe (ra) sonra, Hazret-i Ömer'in o ismi görevden aldığını söyler ki, muhtemelen onun ismini vermek yerine, kim olduğuna delalette bulunmuştur.
Hazret-i Ebubekir Efendimiz rüya yorumu ilminde zirveydi. Efendimiz zamanında rüya tabir ederdi. Muhammed bin Sirin (ra) şöyle der: "Hazret-i Ebubekir, Allah Resulü'nden sonra rüya tabirinde bu ümmetin en üstünü idi." Onun Efendimizin bir rüyasını tabir etmesi şöyle anlatılmaktadır:
Resulullah bir defasında bir rüya görmüş ve şöyle anlatmıştı: "Gördüm ki, 'hays' yemeğinden bir lokma aldım, tadından hoşlandım fakat yutarken bir parçası boğazıma takıldı. Ali elini soktu ve onu çıkardı." Hazret-i Ebubekir, rüyayı şöyle tabir etti: "Ey Allah'ın Resulü! Bu senin seriyyelerinden bir seriyyedir. Ondan sana hoşlandığın bir haber gelmesi yanında bir de aksilik söz konusu oluyor. Sen de Ali'yi gönderiyorsun, durumu düzeltiyor." Gerçekten de Halid'in (ra) seriyyesi Tihame'ye gitmiş, Resulullah'ın hoşlanmadığı bir durum vuku bulmuş ve Hazret-i Ali'yi göndermişti.
O'nun sevgisi ve oyun
Resulullah, Hazret-i Aliye, "Sen bendensin ben de sendenim." Cafer'e (ra), "Yaratılış ve ahlakta bana benzemişsin." Zeyd'de de (ra), "Sen kardeşimizsin." buyurdu. Bunun üzerine Cafer (ra) kalktı ve Hazret-i Peygamberin etrafında seksek oynadı. Resulullah ona, "Bu nedir?" dedi. O da, "Habeşlilerin kendi hükümdarlarına yaptıklarını gördüğüm bir şey." karşılığını verdi. Bir başka rivayette her üçünün de böyle yaptıkları belirtilir. Böyle yapmaları kendilerine söylenen sözün lezzetinden dolayı olup Hazret-i Peygamber de yaptıklarını olumsuz karşılamadı. Bu ulaştıkları vecd lezzetiyle sufilerin raksetmelerinin meşruiyetine de temel teşkil eder.
Sahabe, Peygamber Efendimizin tebliğini ve hayatını candan sahiplenmiştir. Onların hayatı Efendimizin sevgisiyle ve çevresinde şekillendiği için, günlük ibadetlerinden, savaş hukukuna kadar geniş bir alanda varlıklarını, hayatlarından çok farklı kareleri tespit edebiliyoruz.
Onların hayatına baktığımızda dini ve dünyayı birbirinden ayırmadıklarını, ibadet eder gibi çalıştıklarını, çalışır gibi de ibadet ettiklerini, dahası ibadet hayatı ve çalışma hayatı diye bir ayrım yapmadıklarını görüyoruz.
Asr-ı saadeti incelediğimizde Resulullah Efendimizin İlahi desteğin yanında kul olarak her zaman tedbirlere başvurduğunu ve tüm hayatında plan ve programlar yaptığını da anlıyoruz.
Kaynakları taradığımızda çok ilginç ve bize sunulan sahabe portresinin yanında, bazı yeni manzaralarla da karşılaşabiliyoruz. Bu yazıda onların (Allah hepsinden razı olsun) hayatından farklı desenler, tablolar sunacağız:
Altı dil bilen sahabe
Zeyd bin Sabit (ra) hükümdarlara gönderilen mektupları yazar ve Resulullah'ın huzurunda konuşmaları cevaplardı. Efendimizin Farsça, Rumca, Kıptice ve Habeşçe tercümanıydı. Bu dilleri Medine'de, bu dilleri konuşan insanlardan öğrenmişti. Zeyd (ra), Farsçayı Kisra'nın elçisinden, Rumcayı Resulullah'ın hacibinden, Habeşçeyi O'nun erkek hizmetçisinden, Kıpticeyi de kadın hizmetçisinden öğrenmişti. Yine Resulullah'a Süryanice mektuplar geliyordu. Resulullah Zeyd bin Sabit'e (ra) Süryaniceyi öğrenmesini emretti, o da on küsür günde öğrendi.
Şiir ve mersiye söyleyenler
Hafız el-Azefi, Mevlid adlı eserinin sonunda Resulullah'ın vefatından sonra Efendimiz hakkında sahabenin söylediği birçok mersiyeye yer vermiştir. Bunlar, Hazret-i Ebubekir, Hazret-i Ömer, Hazret- Ali, Safiyye bint Abdülmuttalip (ra), Ebu Süfyan bin Haris (ra), Ka'b bin Malik (ra) gibi sahabelerdir.
Şiir konusunda şöyle çok enteresan bir hadise yaşanmıştır: Ebu Cervel el-Cüşemi (ra) şöyle demiştir: Resulullah bizi Hevazin gazvesinde esir alıp esirleri ayırmaya koyulduğunda yanına gelerek şöyle dedim:
"Bize bağışta bulunan kereminle ey Allah'ın Resulü/ Sen o kimsesin ki, senden umar ve bekleriz/ Bağışta bulun kaderin bağladığı aile ve aşirete/ Birliği parçalanmış hali vakti bozulmuş..."
Resulullah bu şiiri duyunca şöyle buyurdu: "Bana ve Abdülmuttalipoğullarına ait ne varsa sizindir." Bunun üzerine Kureyşliler, "Bize ait ne varsa Allah ve Resulü'nündür." Ensar ise, "Bize ait ne varsa Allah Resulü'nündür." dediler. Kendisinden bu şiirle şefaat istendiğinde Resululah'ın Hevazin kabilesine geri verdiği kadın-çocuk esirlerin sayısı altı bin, develerin yirmi dört bin, koyunları kırk bin idi.
Okuma-yazmaya verilen önem
Çocukların okuma yazma öğrenmeleri için okul açılmıştır. Ümmü Seleme (ra), okul (küttab) öğretmenine haber yollayarak kendisine çocuklar göndermesini istedi. Buhari, bir eserinde "Çocuklara selam verme" bölümü açar ve şunu kaydeder: İbn Ömer (ra), okulda (küttab) çocuklara selam verirdi.
Kadının okuma yazma öğrenmesi ve öğretmesi hususunda şu örnek vardır: Allah Resulü, Şifa Ümmü Süleyman bin Ebu Hasme'ye (r.anha), "Hafsa'ya yazı yazmayı öğrettiğin gibi nemle afsununu da öğret." buyurdu.
Nureddin el-Heysemi Mecmau'z-Zevaid adlı eserinde, "Kalemi ile hayır veya başka bir şeyi yazan kimse babı" başlığını vererek Ata'dan (ra) şöyle dediğini zikreder: "Ben İbn Abbas'ın yanındaydım, bir adam ona gelerek şöyle dedi: Ey İbn Abbas, benim hakkımda ne dersin?" O, "Senin hakkında ne diyebilirim?" deyince, adam, "Ben kalemle çalışan, yazan biriyim." dedi. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: Resulullah'ın şöyle dediğini duydum: "Kalem sahibi kimse kıyamet günü ateşten kilitlerle kilitlenmiş ateşten bir sandık içinde getirilir. Eğer kalemini Allah rızası ve Allah'a itaat yolunda kullanmışsa sandıktan kurtulur, eğer Allah'a isyan yolunda kullanmışsa kalemi açan ve sivrilten, mürekkebi hazırlayan da dahil olmak üzere sandık yetmiş sonbahar onunla aşağı düşer."
Tarih koyma ve takvim
Hicret-i Nebeviye esas alınarak tarih koymanın Ömer bin Hattab'ın halifeliği sırasında ortaya çıktığı bilinmektedir. Fakat Ebu Cafer (ra) şöyle nakleder: "Resulullah Rebiülevvel ayında Medine'ye geldiğinde tarih konulmasını emretti." Kalkaşandi şöyle der: Buna göre tarihin başlangıcı Hicret yılında olmuştur. Yine kaynaklarda şu bilgi vardır: Resulullah Necran Hristiyanlarına mektup yazdığında Hicret'e göre tarih koydu ve Hazret-i Ali'ye mektubun Hicret'in beşinci yılında yazıldığını yazmasını istedi.
Kağıt kullanımı ve bilimsel araştırmalar...
Yusuf bin Amr el-Mekki (ra) Miladi 707 yılı dolaylarında Hicaz'da pamuktan kağıt yapımını icat etti. Musa bin Nusayr (ra) da Mağrib memleketlerinde keten ve kenevirden kağıt yaptı. Her ne kadar bu sanatı Çinliler başlatmışlarsa da Müslümanlar onu geliştirmeye önem vermiştir. Kağıt yapımını Avrupalılar Müslümanlardan öğrenmişlerdir.
Resulullah'ın sırdaşı ve rüya yorumcusu
Huzeyfe bin Yeman (ra) Allah Resulü'nün sırdaşıdır. Onun bu şekilde adlandırılışı Nesai'nin Sünen'inde de geçmektedir. Bir gün Ebü'd-Derda (ra) ona şöyle der: "İçinizde, kendisinden başkasının muttali olmadığı sırları bilen sırdaş yok mudur?" Allah Resulü'nün münafıklar konusundaki sırdaşı Huzeyfe (ra) idi. Münafıkları Huzeyfe'den başkası bilmezdi, onları kendisine Resulullah bildirmişti. Hazret-i Ömer ona, "Valilerim arasında münafıklardan bir kimse var mı?" diye sorduğunda, "Evet, bir tane var." dedi. Hazret-i Ömer, "O kimdir?" diye sorunca, "Onun ismini anmam." dedi. Huzeyfe (ra) sonra, Hazret-i Ömer'in o ismi görevden aldığını söyler ki, muhtemelen onun ismini vermek yerine, kim olduğuna delalette bulunmuştur.
Hazret-i Ebubekir Efendimiz rüya yorumu ilminde zirveydi. Efendimiz zamanında rüya tabir ederdi. Muhammed bin Sirin (ra) şöyle der: "Hazret-i Ebubekir, Allah Resulü'nden sonra rüya tabirinde bu ümmetin en üstünü idi." Onun Efendimizin bir rüyasını tabir etmesi şöyle anlatılmaktadır:
Resulullah bir defasında bir rüya görmüş ve şöyle anlatmıştı: "Gördüm ki, 'hays' yemeğinden bir lokma aldım, tadından hoşlandım fakat yutarken bir parçası boğazıma takıldı. Ali elini soktu ve onu çıkardı." Hazret-i Ebubekir, rüyayı şöyle tabir etti: "Ey Allah'ın Resulü! Bu senin seriyyelerinden bir seriyyedir. Ondan sana hoşlandığın bir haber gelmesi yanında bir de aksilik söz konusu oluyor. Sen de Ali'yi gönderiyorsun, durumu düzeltiyor." Gerçekten de Halid'in (ra) seriyyesi Tihame'ye gitmiş, Resulullah'ın hoşlanmadığı bir durum vuku bulmuş ve Hazret-i Ali'yi göndermişti.
O'nun sevgisi ve oyun
Resulullah, Hazret-i Aliye, "Sen bendensin ben de sendenim." Cafer'e (ra), "Yaratılış ve ahlakta bana benzemişsin." Zeyd'de de (ra), "Sen kardeşimizsin." buyurdu. Bunun üzerine Cafer (ra) kalktı ve Hazret-i Peygamberin etrafında seksek oynadı. Resulullah ona, "Bu nedir?" dedi. O da, "Habeşlilerin kendi hükümdarlarına yaptıklarını gördüğüm bir şey." karşılığını verdi. Bir başka rivayette her üçünün de böyle yaptıkları belirtilir. Böyle yapmaları kendilerine söylenen sözün lezzetinden dolayı olup Hazret-i Peygamber de yaptıklarını olumsuz karşılamadı. Bu ulaştıkları vecd lezzetiyle sufilerin raksetmelerinin meşruiyetine de temel teşkil eder.