İMAM HASAN BİN ALİ ASKERÎ (r.a.)
Bağdât'ta yaşamış olan evliyânın büyüklerinden. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem soyundan olup, seyyiddir. On iki imâmın on birincisidir. İsmi, Hasan olup, künyesi, Ebû Muhammed'dir. Zekî, Hâlis ve Sirâc lakaplarıyla bilinir. Samarra'da oturduğu El-Asker Mahallesine nisbetle El-Askerî diye meşhûrdur. İmâm-ı Ali Nakî'nin oğludur. Annesinin ismi Sûsen'dir. Babası annesine Hadîs ismini vermiştir. 846 (H.232) senesinde Medîne-i münevverede doğdu. 874 (H.261) senesinde Bağdat'ta vefât etti. Kabri Bağdat yakınlarındaki Samarra'da babasının türbesindedir.
Babalarıyla Sâmırâ’da, Asker mahallesinde oturdukları için ikisine de “Askeriyyen” denmişti. Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin bir tek oğulları Hz.İmâm Muhammed Mehdî’den başka evlâtları olmamıştır.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin büyük kardeşleri Muhammed, Hicri 254. yılında vefât ettiler. Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’ye uyanların çoğu Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’den sonra büyük oğlu Muhammed’in imâm olacağını sanmışlardı. Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin büyük oğlu Muhammed’in vefâtında, Ali ve Abbas oğulları, Kureyş boyuna mensub olanlar, halk ve hükümet ricâli başsağlığı dilemek için Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin evlerine gitmişlerdi. Yalnız Hâşimiler yüzelli kişiyi buluyordu.
Bu sırada Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, yenleri yakaları yırtılmış bir halde babaları Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin huzûruna geldiler. Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin kendilerine; “Oğlum” buyurdular; “Allah’a şükret, çünkü senin hakkındaki takdirini izhâr etti.”
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, bu söz üzerine ağlaya ağlaya Kur’ân-ı Kerîm’deki;
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn. (Biz Allah’ın kullarıyız, ancak O’na döneriz, musîbetlerine râzıyız)” (Bakara 156) âyet-i kerîmesini okuyup; “Hamd Âlemlerin Rabbi Allah’a ve ben senin yasınla, bize nimetlerinin tamamlanmasını dilerim” buyurdular.
Muhammed bin Yahyâ, Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin, oğulları Muhammed’in vefât ettikleri gün Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’ye;
“Allah, onun yerine seni, bana halef kıldı. Allah’a şükret” buyurduklarını bildirir.
Yine yakınlarından birisine, Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin:
“Oğlum Hasan’ül Askerî, bütün Muhammed soyu içinde en yüce ve en ulu kişidir. İmâmet makamına en lâyık olan o’dur, oğullarımın en üstünüdür o, benim yerime geçecektir. Sorulacak şeylerinizi muhtaç olduklarınızı ona sormanız gerek” diye yazdıklarını bildirmiştir.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, Abbas oğulları halîfelerinden El-Mu’tezz, El-Mühtedi ve El-Mu’temid zamanlarında yaşadılar. El-Mu’tezz, Hicri 252. yılında halîfe olmuştu. El-Mu’tezz, kardeşinin birisini öldürtmüş, öbür kardeşini hapsettirmiş, halîfeliğini engelsiz bir hâle getirmeyi kurmuştu.
Sonunda zamanı; batıda Bizanslıların hücumlarıyla, ülkede ise Hâricîlerin isyânlarıyla, askerin ayaklanmasıyla, yağmalarla, zulümlerle geçen Halîfe Mu’tezz; Hicri 255. yılında halîfelikten indirildi. Bir yeraltı zindanının hamamına hapsedildi, ağzına tuz dolduruldu ve birkaç gün sonra zindanda öldü. Mu’tezz öldüğünde 24 yaşında idi.
Halîfe Mu’tezz zamanında; Ali evlâdı ve Şîa, şiddetli takiplere, işkencelere uğramıştı. El-Mu’tezz’in öldürülmesinden sonra yerine El-Mühtedi halîfe oldu. O da isyânların, askerlerin ayaklanması sonucunda, Hicri 256. yılında ayaklar altında can verdi.
Abbas oğulları, devlet ricâli; Hz.Resûlullah’ın “Ehl-i Beyt’i”ne düşman olanlar ve Şîa’ya karşı duranlar da dahil olduğu halde herkes; “Ehl-i Beyt” imâmlarının bilgilerini, manevî kudretlerini, ahlâk bakımından üstünlüklerini, her hususta ümmetin seçilmiş kişileri olduklarını inkâr edemiyorlar, onlara; içlerinden gelmemekle beraber yine de hürmet etmek zorunda kalıyorlardı.
Tarih bilgilerinin kaydettikleri bir olay da şudur:
Halîfenin en yakın adamı vezir ve kumandan Ubeydullah bin Hakan’ın oğlu Ahmed; Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin şehâdetlerinden sonraki olayları şöyle anlatıyor:
“Cafer, babamın huzûruna girdi ve halîfeye; babalarının (Hz.İmâm Aliyy’ün Nakî’nin) makamına kendisinin geçtiğini kabul ettirir, halîfenin bunu kabul ettiğini halka duyurursa; her yıl hilâfet makamına yirmi bin dinar vereceğini söyledi ve babamdan bu işi başarmasını ricâ etti. Babam bu söze pek kızdı ve bağırarak; «Ahmak» dedi; «Halîfe; kılıcını çekmiş, kamçısını kaldırmış; babanın, kardeşinin imâmetine inananları, bu inançtan döndürmek için elinden geleni yapıyor, başaramıyor. Sen ise böyle bir mevkii parayla mı elde etmek istiyorsun? Ne haram düşüncedir bu. Babana, kardeşine uyanlar, sende böyle bir liyâkat görürlerse; ne halîfenin tavsiyesine gerek kalır, ne başkasının» ve Cafer’i huzûrundan çıkarttı; memurlara da, bir daha gelirse içeriye sokmamalarını buyurdu.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî; bütün Ali evlâdı içinde eşine rastlanamaz biriydi. Ağırbaşlılığıyla, bilgisiyle, olgunluğuyla herkesin saygısını kazanmıştı. Bir gün Sâmırâ’da babamın yanındaydım, bir tören günüydü, herkes bölük bölük girip çıkmadaydı. Bu sırada babama «Ebû Muhammed» geldi dediler. O dönemde Halîfeden, onun yakınları olan birkaç kişiden başka kimse künyesiyle anılmazdı; künyeyle anılmak büyük bir şerefti, büyük bir saygıydı. Babam; «Tez buyursunlar» dedi. Biraz sonra uzun boylu, esmer benizli, güzel yüzlü birisi, vakarla içeriye girdi. Babam onu görür görmez yerinden kalkıp birkaç adım atarak karşıladı; yüzünü, göğsünü öptü, elinden tutup oturduğu yerin yanı başına aldı, oturttu. Bir müddet konuştular sonra babam onu uğurladı. Ben bu zâtın kim olduğunu merak ediyordum. Memurlardan sordum, birisi; «Tanımıyor musun?» dedi. «Ali evlâdından Hasan’ül Askerî’dir» dediler. Geceleyin, babama da sordum. Babam; «O» dedi, «Öyle bir kişidir ki; hilâfet Abbas oğullarından alınsa, halîfeliğe ondan lâyık hiçbir kimse yoktur. Şiâ’nın önderi Ali oğlu Hasan’dır o. » ”
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’ye hizmet eden Ebû Hamza Nasır diyor ki:
“Çok defa Hz.İmâm’ın, bazı kişilerle; Türkçe, Farsça, Rumca ve başka dillerle konuştuklarını duydum ve kendi kendime Medine’de doğdukları halde, bu dilleri nasıl biliyorlar diye şaştım. Bana; «Böyle olmasa» buyurdular; «Hüccet’le ona uyanlar arasında nasıl fark olur? »
«Kendî» isimli bir hoca, Kur’ân-ı Kerîm’de, kendince bulduğu tenâkuzlara dair bir kitap telifiyle meşguldü. Bir gün talebesinden birkaçı, Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’yi görmeye gelmişti. Hz.İmâm onlara; «İçinizde, üstadınıza cevap verecek dirayetli biri yok mu?» buyurdular. Onlar; «Biz onun talebesiyiz, üstadımıza itiraz edemeyiz» dediler. Hz.İmâm; «Söyleyeceğim sözleri, biriniz ona söylesin; cevâbını da gelip bana bildirsin» buyurup, içlerinden birine; «Üstadın huzûruna var, hürmetle ona de ki» buyurdular. «Aklıma bir soru geldi, bunu da sizden başka hiçbir kimse cevap veremez. Kur’ân-ı söyleyen, sizin anladığınız anlamlardan başka bir anlam kastetmiş olamaz mı? Bu takdirde Kur’ân’daki anlamlara ait yorumlarınız yersiz olmaz mı?»
Talebe, Hocası Kendî’nin yanına vardı ve bu soruyu sordu. Filozof Kendî, biraz düşünüp; «Sorunu bir daha tekrarlasana» dedi. Soru tekrarlanınca biraz daha düşünüp; «Evet» dedi. «Lügat ve fikir bakımından, bu mümkündür; Allah aşkına doğru söyle; sen henüz böyle bir düşünceye varacak derecede değilsin; bu soruyu kim öğretti sana?» O kişi; «Doğrusu bu» dedi; «Bana bu soruyu Ebû Muhammed Hasan belletti.» Kendî; «Şimdi doğruyu söyledin, böyle soruları; ancak o soy mensupları sorabilirler; onlar gerçeği aydınlatırlar» ve bu hususta yazdığı müsveddeleri yok etti.”
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin; ataları gibi Hz.Resûl-ü Ekrem gibi lûtuflarına, keremlerine sınır yoktu; kendilerinden isteneni, umulandan fazlasıyla ihsân ederlerdi.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî;
“Cennette bir kapı vardır, adı Ma’ruf’tur; o kapıdan; hayır sahiplerinden, iyilik edenlerden başkaları giremezler; Allah’a hamdolsun ki ben, halkın ihtiyacını gidermeye çalışmadayım” buyurmuşlar, sonra Ebû Hâşime bakıp; “Sizde bu yolda yürüyün çünkü; bu dünyada cömertlik edenler, iyilikte bulunanlar, âhirette de ma’ruf olurlar” demişlerdir.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî; bilgiye, irfâna pek büyük bir önem verirlerdi ve bu konuda şöyle buyurmuşlardır:
“Bütün dünya ve dünyada ne varsa hepsi bir lokma olsa, bende o bir lokmayı alsam da; bilen, îman ve irfân sahibi olan birisine versem, yine de onun hakkını ödeyememekten korkarım. Ama bilgisiz, kötü bir kişiye, bir yudumcağız su versem aşırı gittiğimden, israf ettiğimden korkarım.”
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, “Ehl-i Beyt’e” uyanlara da şu sûretle öğüt verirlerdi:
“Allah yolunda takvâya riâyet etmenizi, mücâhede de bulunmanızı, iyilikte bulunandan, yâhut günah işleyenden, kimden olursa olsun size emanet edilen şeylere riâyette bulunmanızı, emanete hıyânette bulunmamanızı tavsiye ederim.
Komşularınızla iyi geçinmenizi, Allah’a ibâdetteyken secdede uzun müddet kalmanızı, kulluğu bırakmamanızı dilerim; çünkü Resûlullah’ın risâleti bu esaslara dayanmaktadır. Halkla iyi geçinin, onları dolaşın, hastalarının hatırlarını sorun.
İçinizden biri; takvâ sahibi olur, doğru söyler, gerçek muamelede bulunur, İslâm’ın edeplerine riâyet eder, dîni vazifelerini yerine getirirse; halk, bu kişi «Ehl-i Beyt’in» yolunda der; buysa bizi sevindirir; bizim övüncümüz, bezentimiz olun; buna gayret edin; başımızı yere eğdirecek hareketlerden çekinin; bize halkın sevgisini celb edin; bizden onların kötü zanlarını, bize lâyık olmayan düşüncelerini giderin; çünkü biz hakkımızda söylenecek her çeşit iyiliklerden, övüşlerden üstünüz; o övüşlere daha da lâyıkız.
Aleyhimizde söylenecek kötülüklerden ise uzağız; bizim Peygamber’e yakınlığımız var; Kur’ân, hakkımızı tayîn etmiştir, «Tathir âyeti» Allah tarafından bizim hakkımızda inmiştir. Bizden başka kim o âyeti kendisine nisbet ederse yalan söylemiş olur.”
Akıykıy-ı Behsâyişi, Hz.İmâm Hasan’ül Askeri’nin, Müslümanların birleşmesine dair bir mektuplarını, yazılı kaynaklardan sunar:
“Müslümanları bir ailenin fertleri bilmen vazifendir; yaşlıları baba mesabesindedir, küçükleri evlât, yaşıt olanlarıysa kardeş. Bunu böyle kabul edersen, nasıl olurda onların birine zulmedebilirsin? Bu böyle kabul edilince kim bir başkasının aleyhinde bir adım atabilir? Yahut onun aleyhinde bulunur, yahut da zararına çalışabilir?
Şeytan, öbür îman kardeşlerinden daha yüce, daha üstün olduğuna dair gönlüne bir şüphe salarsa, ondan üstün olduğunu sandığın kişi senden yaşlıysa, o elbette benden daha fazla hayırlı işlerde bulunmuştur, benden fazla iyilik etmiştir de; yok eğer senden küçükse, ben de ondan daha çok suç işlemişimdir, ondan daha fazla isyân etmişimdir; o hâlde, o benden çok daha iyi. O kişi, seninle yaşıtsa, ben işlediğim suçları biliyorum;ama onun suçlu olup olmadığına şüphem var;nasıl olur da şüpheyi yakından üstün tutarım de.
Şunu bil ki insanların en iyisi; iyiliği, hayrı insanlarca bilinen; fakat kendisi halkın ayıplarını, gizli şeylerini yaymayan kişidir.”
Onikinci İmâm’ın Mehdî olduğu hakkındaki hadîsler ve Şiâ’nın Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’yi, Onbirinci İmâm tanıması, Abbas oğullarının telâşını, ürküntüsünü büsbütün arttırmıştı.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin henüz çocukları olmamıştı; fakat bu, doğru muydu? Buna bir türlü inanamıyorlardı. Onun içinde Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin evleri dâimâ göz altındaydı; kendilerini zindana attırmaktansa, bu daha da emin bir çareydi.
Halîfe Mühtedi; Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’yi zindana attırmış, Sâlih’i de hallerini teftişe ve kendisine haber vermeye memur etmişti. Hz.İmâm’a her türlü nobranlığı yapması emredilen Sâlih, Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin tesiri altında kalmış, Halîfe Mühtedi’ye; “Gündüzün akşama kadar, geceleyin sabaha kadar ibâdetle meşgul olan, kimseye bir söz söylemeyen, duâdan, ibâdetten başka bir şeyle meşgul olmayan ne yapabilir ki” diye haber göndermişti. Halîfe Mühtedi, Hz.İmâm Hasna’ül Askeri’yi şehit ettirmeyi kafasına kurmuştu, fakat dilediğini başaramadan öldü gitti.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, halîfe Mu’temid tarafından da birkaç kere hapsettirilmişti. Bu suretle devrin iktidarı; hem Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’yi Şîa’yla görüştürmemiş oluyor, hem de çocukları olmasını engelliyor, kendileri de göz altında bulunduruluyordu. Halîfe Mu’temid zindandaki memurlardan, Hz.İmâm Hasan’ül Askerî hakkında dâima haber almakdaydı; fakat Hz.İmâm’ın ibâdetten, namaz ve niyâzdan başka birşeyle uğraşmadıklarını haber alabiliyordu, yalnız her gününü oruçla geçirmekdeydi.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, iftar vaktinde kendilerine evden gönderilen yemeği zindandakilerle beraber yiyorlardı. Zindanda bulunanlardan da kendilerine uyup oruç tutanlar oluyordu. Hz.İmâm Hasan’ül Askeri, bir kerede, Otamış adlı birinin murâkabası altında hapsedilmişti. Bu adamcağız Ali evlâdına pek düşmandı, Hz.İmâm’a iyice eziyet etmeyi kurmuştu; fakat Hz.İmâm’ın heybetleriyle beraber güzellikleri, temkin ve vakarlarıyla beraber lütufları, mürüvvetleri, Rabbine karşı ibâdetleri, itâatleri bu zâtı şaşırtmıştı. Ali evlâdına riâyet eden, inancı sağlam bir kişi oldu.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî son defa Hicret’in 266. yılında hapsedilmişlerdi. Bir gün annelerine; “Bu yıl bir eziyete uğrayacağım” buyurmuşlardı. Anneleri ağlamaya başlayınca; “Ağlamanın, üzülmenin çaresi yok” demişler, o yılın Safer ayında memurlar gelip kendilerini almışlar, zindana koymuşlardı. Kardeşleri Cafer de kendileriyle beraber zindana atılmıştı.
Birkaç gün sonra Halîfe Mu’temid, zindancıyı çağırdı;
“Git, imâm’a selâmımı söyle, evlerine gidebilirler” emrini verdi. Memur, zindan kapısına gelince orda eğerlenmiş, gemi vurulmuş bir atın durduğunu gördü. Kapıyı açınca baktı gördü ki; Hz.İmâm Hasan’ül Askerî giyinmişler, kapıda bekliyorlardı. Memur, Halîfe Mu’temid’in selâmını ve emrini söyleyince Hz.İmâm bir müddet durdular, sonra;
“Git, Mu’temid’e söyle, benim çıkmam Cafer’in kalması ayıp bir şey olur, onunla geldik onunla çıkacağız” buyurdular.
Zindancı gidip bu hâli Mu’temid’e bildirdi. Halîfe Mu’temid:
“Cafer’i de kendilerine hürmetten bırakıyorum, yoksa onu hem bana, hem kendilerine karşı suçlu gördüğümden hapsetmiştim” demesini zindancıya emretti. Zindancı, dönüp Mu’temid’in sözlerini bildirdi ve her ikisini de bıraktı.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, Hicri 266. yılı Rebiülevvelin ilk günü rahatsızlandılar, 8. gününe doğru hastalıkları arttı. O gün sabahleyin namazı kıldıktan sonra, mübarek ruhlarını teslim ettiler. Hz.İmâm Hasan’ül Askerî yıkanıp kefenlendikten sonra kardeşleri Cafer, namazlarını kılmak üzere geldikleri sırada, Onikinci İmâm Sâhib’ül-Emr gelip Cafer’in eteğini çekerek; “Amca” buyurdular; “Babamın namazını kılmaya benim senden daha üstün hakkım var.” Cafer geri çekilmeye mecbur oldu. Zamanın İmâmı babalarının namazını kılıp çekildiler.
Bütün bu rivâyetlerden anlaşılıyor ki; gasillerinde, tekfîn ve techîzlerinde, namazlarında yani bu dîni emirlerin yerine getirilişinde, hariçten hiçbir kimse bulunmamıştır. Bütün bunlardan sonra Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin Hak’ka kavuştukları duyuruldu. Şehir umumi bir yas havasına büründü. Dükkanlar kapandı, herkes toplandı, cenaze evden çıkarıldı, şehirde gezdirildi.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin, Halîfe Mu’temid tarafından zehirlettirilerek şehit edildikleri rivâyet edilmiştir.
Hz.İmâm Hasan bin Ali’nin ve Hz.İmâm Cafer’üs Sâdık’ın;
“Bizden hiçbir kimse yoktur ki; katledilerek yahut zehirlettirilerek şehit olmasın” buyurduklarına göre bu rivâyet doğrudur.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin Hak’ka kavuşmalarından sonra, Halîfe Mu’temid tarafından haklarında sonradan gösterilen zâhiri ihtîmam, kefenlerinin açılıp halka, Ali evlâtlarına, Hâşim oğullarına gösterilmeleri, eceliyle vefât ettiklerinin tespitinde gösterilen gayret de, bu rivâyetin doğruluğunu gösterir.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, Hicri 260. yılı (Milâdi 875) Rebiülevvel ayının 8. gününde, Hak’ka kavuştuklarında 28 yaşlarında idi. İmâmetleri 5 yıl, 8 ay, 5 gün’dür. Soyları evlâdı Hz.İmâm Mehdî’den yürümüştür.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin; tefsirleri, mektupları, risâleleri ve kısa sözlerden oluşan çok değerli yazılı eserleri mevcuttur. Türbeleri Samarra-Bağdat’tadır.
Kendilerinden sonra imâmet, oğlu Hz.İmâm Muhammed Mehdî’ye intikal etmiştir.
İMAM HASAN ASKERİ KİMDİR?
Adı:
Hasan (a.s).
Lakabı:
Askeri.
Künyesi:
Ebu Muhammed.
Baba-Ana:
İmam Ali Naki (a.s), Selil Hatun.
Doğumu:
Hicretin 232. yılı Rebi’us-Sani’nin 8’inde veya Rebi’ul-Evvel’in 24’ünde Medine’de doğdu.
Döneminin Halifeleri:
Mu’taz billah, Muhtemed billah, Mutemed alallah.
İmameti:
Altı yıl (254-260).
Şahadeti:
Hicretin 260. yılı Rebi’ul-Evvel ayının 8’inde Mu’temed’in hilesiyle 28 yaşında Samerra’da şahadete erişti.
Mezarı:
Irak’ın Samerra kentinde.
Yaşam Dönemi:
1) İmamet öncesi dönem, 22 yıl. (232-254)
2) İmamet dönemi, 6 yıl. (254-260)
Ömrünün büyük bir kısmını zindanda ve gözaltında geçirmiş ve bundan dolayı da Askeri lakabını almıştır.
Çocukları:
İmam Mehdi (a.f)
Onbirinci İmam (as) ömrü şeriflerinde altı tane Abbâsi halifesini (Mütevekkil, Muntasar, Musta’in, Mu’tez, Muhtedi ve Mu’temid’i) görmüş ve onların zamanında yaşamıştır
Çocukluk Dönemi
İmam Hasan Askeri (as) 22 yaşına kadar babası İmam Hadi ile beraber Irak’da yaşadı ve zalim hükümetin gölgesi altında, Samirra kışlasında yoğun konturol altında geçirdi ve 22 yaşında babasından İmamet ilmini ve makamını teslim aldı. Onbirinci İmam (as) ömrü şeriflerinde altı tane Abbâsi halifesini (Mütevekkil, Muntasar, Musta’in, Mu’tez, Muhtedi ve Mu’temid’i) görmüş ve onların zamanında yaşamıştır.
İmamet Dönemi
Halkın masum İmamlar’a (as) ilgisi ve o hazretlerin zalim halifelerle uyuşmamazlıkları, halife sultanların, imametin nurani silsilesine hep kin beslemelerine ve onlara kötü davranmalarına sebep oluyordu, İmam Askeri de (as) aziz masum babaları gibi hükümetin devamlı eziyet ve denetimi ile karşıkarşıyaydı, o hazret, Muhtedinin hükümeti döneminde birkere Salih b. Vesifin zindanına götürüldü, salih b. Vesif emri altındakilerin en kötülerinden iki kişiyi İmam’a (as) eziyet etmeleri ve hazreti sıkı denetlemeleri için görevlendirdi, ama onlar İmam’ın (as) ibadetlerinin etkisi altında kaldılar, Ve yine ikinci kez o hazret’i Nehririn zindanına götürdüler, o cellat huylu İmam’a (as) eziyet ediyor ve azarlıyordu; Nehrir’in karısı ona; Allah’tan kork, sen evinde kimin olduğunu biliyor musun dedi ve İmam’ın ibadet ve yüceliğini beyan ederek ona yaptığın zülümden senin için korkarım dedi. Nehrir Vallahi onu yırtıcı hayvanların önüne atacağım dedi ve üst makamlardan izin aldıktan sonra yırtıcı hayvanların İmam’ı parçalıyacaklarından şüphesiz olmaksızın hazret’i (as) yırtıcı hayvanların önüne attı. Bir müddet sonra İmam’ın durumunu görmeğe geldiğinde, o hazreti namazla meşgul ve etrafının yırtıcı hayvanlarla sarılı olduğunu, ancak ona hiç dokunmadıklarını görerek ikinci kez o hazreti evine götürmelerini emretti.
Halifelerin hükumeti ve onların İmam’a davranışları hakkında naklettiğimiz kısa ve öz bilgilerden İmam Askeri’nin çok zor ve sıkıntılı bir devrede yâşadığı, hükümetlerin İmam’ı (as) sıkı denetimde bulundurup o hazreti defalarca zindana attırdıkları ortadadır. Hatta zindanda olmadığı vakitlerde dahi hazretin etrafındaki gidiş, gelişlerin kontrol edilişi, şiânın ve hazreti seven herkesin onunla rahatça irtibat kuramaması ve bazı şiaların Alevîler’e yardım için İmam’ın (as) evine doğru yola koyulmalarına tarih şahittir. Bu kadar baskının nedeni ise şunlardı:
Evvela, o zamanlarda Ehl-i beyt taraftarlarının nüfusu artmış ve büyük bir güce sahip olmuşlardı. Şia’nın imamete inanması herkese güneş gibi aydınlığa kavuşmuştu. Şia İmamları da toplumda tanınıyordu. Bu yüzden hilafet makamı İmamları daha fazla göz altına alıp mümkün yollar deneyip, sinsi planlarla bunları yok etmeğe çalışıyordu.
İkinci olarak hilafet makamı, Ehl-i beyt taraftarlarının, on birinci imamın bir oğlunun varlığına inandıklarını anlamıştı. Onbirinci İmam’dan ve diğer imamlardan nakledilen rivayetlere göre onun oğlunun Mehdi (a.s) olduğunu biliyorlardı. Bu inanç Peygamber-i Ekrem’den Şia ve Ehl-i Sünnet kanallarıyla anlatılan rivayetlere dayanıyordu.[3] Ve Hz. Mehdi (Allah zuhurunu çabuklaştırsın) onikinci İmam olarak kabul ediliyordu.
Bu sebeplere göre onbirinci İmam, diğer İmamlar’dan daha çok göz altında tutuluyordu. Zamanın halifesi, Şia’nın inandığı imamet ilkesine son vermek ve bu kapıyı her zaman için kapatmaya kesin karar almıştı. Buna göre İmam’ın (a.s) hastalık haberi zamanın halifesi Mu’tamıd’a verilince, bir doktor göndermenin yanı sıra iç haberleri kontrol etmeleri için güvenilir adamlarından ve kadılarından birkaçını bu işle görevlendirdi. İmam’ın şahadetinden sonra da evini teftiş edip, İmam’ın hizmetçilerini de ebeler, muayene ettiler. Gizli memurları iki yıl boyunca ümitleri kesilinceye dek İmam’ın oğlunu bulmak için çalıştılar. [4]
Şehadet
Mutemid İmam’ı zehirledikten bir müddet sonra İmam hastalandığı zaman tamamını fakihlerin oluşturduğu beş kişi, İmam’ın evinde kalıp, olup biten her şeyi kendisine rapor etmeleri için Mutemid’in emriyle İmam’ın evine gönderildi. İmam’ın yanında kalmaları için birkaç hastabakıcı da gönderilmişti. Gece gündüz İmam’ın yanına gidip, durumu göz altında bulundurmaları için halife, Gazi b. Bahtiyar’a güvenilir on kişi seçip İmam’ın evine göndermesini emretti. İki, üç gün sonra İmam’ın durumunun kötüleştiğini ve iyileşme imkanının çok az olduğunu Mu’temid’e bildirdiler. Mu’temid gece gündüz İmam’ın evinde kalmalarını istedi.
Bunun üzerine İmam dünyadan göçünceye kadar birkaç gün İmam’ın evinde kaldılar. Hazretin ölüm haberi yayılınca Samırra mateme gömüldü, baştan ayağa feryat ve inilti ile doldu, çarşı pazar tatil oldu, dükkanlar kapandı, Haşimoğulları, divancılar, amirler, ordu, şehir gazileri, şairler, şahidler ve diğerleri defn töreni için yola çıktılar. Samırra o gün kıyamet sahnesini andırıyordu, cenaze defne hazır olduğunda halife, İmam’a namaz kılması için kardeşi İsa b. Mütevekkili gönderdi, cenazeyi namaz kılınması için yere bıraktıkları zaman İsa cenazeye yaklaştı ve hazretin yüzünü açarak Aleviler’e, Abbasiler’e, gaziler’e, yazarlar’a ve şahitler’e gösterdi ve dedi ki:”Bu tabii ölüm ile dünyadan göçen Ebu Muhammed’i Askeri’nin cesedidir, halifenin hizmetçilerinden falanca ve falancı buna şahit idiler”(!!) Sonra cenazenin yüzünü örttü ve cenaze namazı kıldı daha sonra defn etmek için götürmelerini emretti. Ama Ondan önce İmam Mehdi (a.f) babasının namazını kılmıştı.
Ebu Muhammed Hasan b. Aliy’nin Vefatı Samırra’da h. 260 Rebi’ul-evvel’in sekizinde, Cuma günü vuku buldu ve Hazret babalarının defnedildiği evlerindeki odaya defnedildi.
İMAM HASAN ASKERİ(AS)NİN SİRESİ
1- Başından Nur Saçması
İmam Hasan Askerî (a.s)’ın cariyesi şöyle diyor:
“İmam Hasan Askeri (a.s) uykuda olduğunda, O’nun başının yanından göğe doğru bir nurun saçtığını görüyordum.”[1]
2- İmam Hasan Askeri (a.s)’ın Yüzüğünün Nakşı
Kef’âmî diyor ki:
“İmam Hasan Askerî (a.s)’ın yüzüğünün kaşının nakşı (yazısı) şuydu:
“İnnellahe şehidun” (Allah Tanıktır).
Bir rivayete göre ise şuydu:
“Subhâne men lehu mekalîd’us- semavati ve’l-arz” (Yer ve göklerin anahtarları elinde olan Allah münezzehtir.)[2]
3- Konuşması
Kâfurî diyor ki:
İmam Hasan Askeri (a.s)’ın özelliklerinden biri de, susmasıydı. Konuştuğunda ise hikmet, ilim ve Allah’ın zikrinden başka bir şey söylemezdi.”[3]
4- Sürekli İbadet Etmesi
Salih b. Ali’nin vekilleri (zindandaki bekçileri) İmam Hasan Askeri (a.s) hakkında) şöyle demişlerdir:
“Gündüzleri oruç tutan, geceleri ibadetle geçiren, konuşmayan ve ibadetten başka bir şeyle meşgul olmayan bir kimse hakkında ne diyebiliriz!”[4]
5- Geceyi, Namaz Kılmak ve Kur’an Okumakla Geçirmesi
Bir rivayette şöyle geçmiştir:
“Ebu Muhammed (İmam Hasan Askerî -a.s-), kendi zamanının en çok ibadet edeni ve Allah’a en çok itaat edeni idi. O, geceleri namaz kılmak, Kur’ân okumak ve Allah’a secde etmekle sabahlardı.”[5]
6- Namazda Kalbiyle Allah’a Yönelmesi
Seyyid bin Tavus diyor ki:
“İmam Hasan Askerî (a.s) namazda, kalbi ve bütün vücuduyla ve varlığı yaratan ve hayat bağışlayan Allah’a yöneliyordu. Namaz kıldığı zaman dünya işleri için kollarını sıvamaz ve onlara önem vermezdi.” [6]
7- Uzun Secdeleri
Muhammed-i Şakirî diyor ki:
“İmam Hasan Askerî (a.s) ibadet mihrabında oturarak secdeye kapanıyor, ben ise uyuyordum. Kalktığımda onu yine secde halinde görüyordum.”[7]
8- Kur’ân Ayetleriyle Terennüm Etmesi
İbn’ul- İmad el-Hanbelî diyor ki:
“İmam Hasan Askerî (a.s), Kur’ân’ın vaade ve vaitleri (müjde ve tehditleri) hakkındaki ayetlerle terennüm (zemzeme) ediyordu.”[8]
9- Allah’a Yaklaştıran Her İbadeti Yapması
Kureşi rivayet etmiştir ki:
“İmam Hasan Askerî (a.s), kendisini Allah’a yakınlaştıran her ibadeti yapıyordu. Müstehap ibadet, namaz veya müstehap oruçların hiçbirini terk etmezdi.”[9]
10- Ey Aziz!
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Hasan’ul- Askeri (a.s) duasında şöyle diyor:
“Ey izzetliğinde aziz olan aziz; izzetliğinde aziz olan aziz ne de azizdir! Ey aziz, beni izzetinle izzetlendir; yardımınla bana yardımda bulun; şeytanın vesveselerini benden uzaklaştır; korumanla beni koru; engellemenle düşmanları benden engelle ve beni en iyi kullarından kıl.”[10]
11- Güneş Doğmadan Önceki Duası
Şeyh Tusi (r.a) diyor ki:
İmam Hasan’ul- Askeri (a.s) güneş doğmadan önce şu duayı okuyordu:
“Ey kendisinden önce evvel olmayan evvel! Ey kendisinden başka son olmayan son! Ey kadimliği (ezeliyeti) için nihayet olmayan kayyum (her şeyi ayakta tutan)! Ey izzeti için bir kesintilik olmayan aziz! Ey saltanatında zafiyet olmayan musallat! Ey nimetinin sürekliliğiyle kerim olan! Bu vasıfları ihtiyaçlarımın karşısında sana takdim ediyorum ve Muhammed ve âl-i Muhammed’e salat ve rahmet etmeni istiyorum.”[11]
12- Sabah Duası
Seyyid bin Tavus diyor ki:
İmam Hasan Askeri (a.s) her günün sabahı şu duayı okuyorlardı:
“Ey her büyüğün büyüğü! Ey ortağı ve veziri (yardımcısı) olmayan! Ey güneşi ve nurlu ayı yaratan! Ey korkup sığınak arayanın sığınak ve koruyucusu! Ey bukağılanmış esiri azat eden (kurtaran)! Ey küçük çocuğun (bebeğin) rızkını veren! Ölüme ve kederine, kabre ve vahşetine karşı bana yardımcı ol.”[12]
13- Kunutta Okuduğu Dua
Seyyid bin Tavus diyor ki:
İmam Hasan Askeri (a.s) kunutta şu duayı okuyordu:
“Nimetlerine şükür olarak, onların artmasını isteyerek, şükrü kendisine ve kendisinin yardımıyla halis kılarak, nankörlükten, azamet ve yüceliğini inkâr etmekten kendisine sığınarak hamd olsun Allah’a; o kimsenin hamdı gibi ki, sahip olduğu her nimetin, Rabbi tarafından olduğunu ve kendisine ulaşan her cezanın ise, kendi eliyle işlemiş olduğu kötü suçlardan dolayı olduğunu bilmektedir.”[13]
14- Kunuttaki Duası
Seyyid bin Tavus (r.a) diyor ki:
İmam Hasan Askeri (a.s) namazının kunutunda şu değerli duayı okuyorlardı:
“Ey nuru karanlıkları örten! Ey kutsîyle sert ve sarp yolların toz-dumanı aydınlanan! Ey yer ve göktekilerin kendisine huzu ve huşu ettiği zat! Ey her kibirlenip haddi aşan zorbacının kendisine itaat etmekle boyun eğdiği yüce Allah! Tövbe ederek yoluna tabi olanları bağışla.”[14]
15- Ramazan Ayının Nafileleri Arasında Ettiği Dua
Seyyid bin Tavus, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın duasında şöyle dediğini rivayet etmektedir:
“Allah’ım, kesin olan büyük emrinden, hüküm ve takdir ettiğin şeyde, kadir gecesinde hikmetli emrinden halka bağışladığın ve belirlediğin şeyde, beni evini ziyaret eden, hacları kabul olan ve çabaları mükâfat kazanan hacılardan karar kıl…”[15]
16- İmam Hasan Askerî (a.s)’ın Hırzı
Seyyid bin Tavus (r.a) diyor ki:
İmam Hasan Askeri (a.s)’ın hırzı (muskası) şöyleydi:
“Ya uddetî inde şiddetî veya ğavsî inde kurbetî veya munisî inde vahdetî, uhrisnî bi-aynikelletî lâ tenamu veknufnî bi-ruknikellezi lâ yuram.”
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Ey sıkıntıda hazırlığım (dayanak ve gücüm), keder ve üzüntüde sığınağım! Ey yalnızlıkta munisim! Beni, uyumayan gözünle koru ve gevşemeyen kudretinle gözet.”[16]
17- Hizmetçinin Halini Gözetmesi
Hizmetçi Nadir diyor ki:
“İmam Hasan Askeri (a.s), hizmetçilerden biri yemek yediği zaman, yemeğini bitirmedikçe onu konuşmaya mecbur etmezdi.”[17]
18- Ashaba Öğüt Vermesi
Allame Meclisi (r.a) diyor ki:
“Ebu Muhammed (İmam Hasan Askeri -a.s-) sürekli ashabına öğüt verir, ahiret yurdunu onlara hatırlatır ve onları dünya fitneleri ve aldatmalarından sakındırıyordu. Öğütlerinden biri de şuydu: “Siz, kısa müddet ve sayılı günler içerisindesiniz; ölüm ise amansızca geliyor. Kim hayır ekerse, saadet biçer; kim de şer ekerse, pişmanlık biçer.”[18]
19- Sabrı ve Affı
Kureşi diyor ki:
“İmam Hasan Askeri (a.s), insanların en sabırlısı ve öfkesini en çok sindiren idi; kendisine kötülük yapanı ise affediyordu.”[19]
20- Başkaları Açısından İmam Hasan Askeri (a.s)
Ahmed bin Ubeydullah bin Hakan diyor ki:
“Samerra’daki Alevilerden, siret (davranış), sükûnet, vakar, iffet, şeref ve keramette, âilesi ve Beni Haşim yanında Hasan bin Ali (İmam Hasan Askeri –a.s-) gibi birisini görmedim.”[20]
21- İbn-i Şehraşub Açısından İmam Hasan Askeri (a.s)
İbn-i Şehraşub diyor ki:
“İmam Hasan Askeri (a.s) her çeşit ayıptan (noksanlıktan) beri, gaibe emin, yaşlı olmaksızın vakar madeni, (ayıp ve hatalara) göz yuman, eli geniş (cömert), çok hediye veren ve iyi vefa edendi.”[21]
22- İftarı
Davud bin Kasım el-Caferi diyor ki:
“İmam Hasan Askeri (a.s) oruç tutardı; iftar ettiğinde ise biz de onunla birlikte, kölesinin mühürlü bir torbada kendisine götürdüğü yemekten yerdik. Ben de onunla birlikte oruç tutardım.”[22]
23- Asrının Yegâne Efendisi
İbn-i Sabbağ diyor ki:
“İmam Hasan Askeri (a.s), asrındaki insanların efendisi (büyüğü), zamanındaki halkın İmam’ı, sözleri sağlam ve işleri övgüye değer idi. Eğer zamanındaki bilginler kaside olurlarsa, o kasidenin beytinin şahı idi; tozuna yetişilmeyen ilim binicisiydi; ilmin vazıh ve açık olmayan yönlerini açıklayandı; öyle ki kimse o konuda onunla mücadele ve münakaşa yapamazdı; isabetli görüşüyle hakikatleri keşfedendi.”[23]
24- Ashabına Yardımda Bulunması
İshak bin Aban diyor ki:
“…İmam Hasan Askeri (a.s), ashap ve şiilerinin yanına bir adam göndererek onlara şöyle bir mesaj iletiyordu:
“Falan ve filan yere gidin. Gece vakti yatsı namazından sonra falan oğlu filanın evine gelerek beni orada bulabilirsiniz.”
…İmam (a.s)’ın kendisi herkesten daha çabuk oraya giderdi. Ashap ihtiyaçlarını O’na söyler ve O da onları karşılardı.”[24]
25- Esrardan Haberdarlığı
Ali bin Sinan el-Musili, babasından şöyle naklediyor:
“…Bir takım malları İmam Hasan Askeri (a.s)’ın yanına götürüyorduk (Hazretin imametine yakin etmemiz için, O’ndan kesede olan şeylerden haber vermesini istiyorduk.) Malları takdim ettiğimizde: “Bütün mallar bu kadar dinardır; falan oğlu filandan bu kadardır…” buyuruyordu. Mal gönderenlerin hepsinin isimlerini söylüyor ve mühürlerin üzerindeki nakıştan bile haber veriyordu.”[25]
26- İmam Hadi’nin İmam Hasan Askeri Hakkındaki Sözü
İmam Hadi (oğlu İmam Hasan Askeri (a.s) hakkında) şöyle buyurmuştur:
“Oğlum Ebu Muhammed (İmam Hasan Askeri -a.s-), garize (tabiat, içgüdü, huy) açısından, Muhammed (s.a.a) evlatlarının en sahihi, hüccet açısından ise onların en sağlamıdır. O, benim en büyük oğlum ve halifemdir. İmamet ve ahkâmımızın kulpu (bağı) ona yetişiyor.”[26]
27- Hidayet Kandili
Bir rivayette İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle methedilmiştir:
“İmam Hasan Askeri (a.s), yol izlerini aydınlatan (haktan batılı ayırt eden) bir kandildi. O, şaşkınlık ve sapıklık içerisinde kalanları takva ve salaha hidayet ediyordu.”[27]
28- Kalpleri Okuması
Muhammed bin Kasım el-Haşimi diyor ki:
“Bazen İmam Hasan Askeri (a.s)’ın huzuruna varıyordum. Susadığım zaman İmam (a.s)’a saygı için su istemiyordum. Derken İmam (a.s): “Ey gulam (çocuk), ona su ver” diye buyuruyordu. Bazen de kendi kendime: “Kalkıp da gideyim” diyor ve bu konu üzerinde düşünüyordum. Derken İmam (a.s): “Ey gulam, onun bineğini hazırla” diye buyuruyorlardı.”[28]
Kaynaklar
[1] – Harâic ve Cerâih, c. 1, s. 443.
[2] – Bihar, c. 50, s. 238.
[3] – Hayat’ul- İmam’il- Askerî, s. 20.
[4] – Bihar, c. 50, s. 308.
[5] – Hayat’ul- İmam’il- Askeri, s. 34.
[6] – Hayat’ul- İmam’il- Askerî, s. 34.
[7] – Delâil’ul- İmamet, s. 227.
[8] – Şezerat’uz- Zeheb, c. 2, s. 128.
[9] – Hayat’ul- İmam’il- Askerî, s. 38.
[10] – Uyun, c. 1, s. 62, H. 29.
[11] – Misbah’ul- Müteheccid, s. 360.
[12] – Muhec’ud- Da’vat, s. 277.
[13] – Muhec’ud- Da’vat, s. 63.
[14] – Muhec’ud- Da’vat, s. 62.
[15] – Müsned-i İmam Askeri, s. 181.
[16] – Muhec’ud- Da’vat, s. 45.
[17] – Vesail’uş- Şia, c. 16, s. 518, H. 3.
[18] – Bihar, c. 78, s. 373.
[19] – Hayat’ul- İmam Askerî, s. 39.
[20] – Kâfî, c. 1, s. 303.
[21] – Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s. 421.
[22] – Keşf’ul- Ğumme, c. 2, s. 432.
[23] – Keşf’ul- Ğumme, c. 2, s. 433.
[24] – Bihar, c. 50, s. 304.
[25] – İsbat’ul- Hudat, c. 6, s. 303.
[26] – Kâfî, c. 1, s. 327.
[27] – Hayat’ul- İmam Askerî, s. 20.
[28] – Harâic ve Cerâih, c. 1, s. 445.
İMAM HASAN ASKERİ(AS)’DAN KIRK HADİS
Bu Dünyadan Kör Olarak Çıkanın Ahirette De Kör Olması
1- “Ey İshak, şunu kesin olarak bil ki, kim bu dünyadan kör olarak ayrılırsa (Allah’ın doğru yolunu ve zamanın İmamını tanımadan ölürse), ahirette de kör ve sapık olur. Ey İshak, (bu) gözler kör olmaz, fakat göğüslerdeki kalpler kör olar. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyuruyor: (O zalim der ki:) “Rabbim, beni neden kör olarak haşrettin, halbuki ben görüyordum?” (Allah da) der ki: “İşte böyle; sana ayetlerimiz gelmişti de sen onları unutuvermiştin (kalp gözünü açmamıştın), bugün de sen işte böyle unutulursun.”[1]
İyilerin İyileri Sevmesi
2- “İyilerin iyileri sevmesi, iyiler için sevaptır; kötülerin iyileri sevmesi, iyiler için bir fazilettir; kötülerin iyilere düşmanlığı, iyilere ziynettir; iyilerin kötülere düşmanlığı ise kötüler için aşağılanmadır.”[2]
Hakkı Terk Edenin Zelil Olması
3- “Hakkı terk eden her güçlü, zelil olur; hakka sarılan her zelil de izzetli olur.”[3]
Avamın Taklit Etmesi Gereken Müçtehitler
4- “Nefsini koruyan, dinini muhafaza eden, heva ve hevesine uymayan, Allah’ın emrine itaat eden fakihleri (müçtehitleri), avam (halk kesimi) taklit etmelidir.”[4]
Bir Zaman Gelir ki…
5- “Bir zaman gelir ki, insanlar güler yüzlü, ama siyah kalpli olurlar; Peygamber’in sünnetlerini bidat, bidatleri ise sünnet sayarlar; mümini küçümser, münafığa ise saygı gösterirler; hükümdarları cahil ve zalim olur; alimleri ise zalimlerin yanında yer alır…”[5]
İnsanların En Takvalısı
6- “İnsanların en takvalısı, şüpheli olan işlere teşebbüs etmeyen, en abidi, farzları eda eden, en zahidi, haramları terk eden, en çok çaba göstereni de günahları terk eden kimsedir.”[6]
Dostların İyisi
7- “Dostlarının en iyisi, hatalarını unutup yaptığın iyilikleri aklından çıkarmayan kimsedir.”[7]
Ahmağın Kalbinin Dilinde Olması
8- “Ahmağın kalbi dilindedir, hekimin (bilge kişinin) diliyse kalbindedir.”[8]
Zahmete Düşürecek Şeyle İkramda Bulunmamak
9- “Bir kimseyi zahmete sokacak bir şeyle ona ikramda bulunma.”[9]
Seyr-u Süluk Yolunun, Ancak Geceleri İbadet Etmekle Kat Edilmesi
10- “Allah’a ulaşmak (seyr-u süluk) bir yoldur ki, ancak geceleri dürmekle (ibadet ve duayla sabahlamakla) onu kat etmek mümkün olur.”[10]
Münakaşadan Sakınmanın Gereği
11- “Münakaşa yapma; yoksa değerin yok olur; şaka yapma; aksi takdirde başkaları sana karşı cüret eder (heybetin yok olur).”[11]
Mümin İçin Çirkin Olan Şey
12- “Müminin, kendisini zelil kılacak bir şeye meyletmesi onun için ne de çirkindir!”[12]
Allah-u Teala’nın Bazı Vazifeleri Farz Kılmasının Hikmeti
13- “Kendisinden başka ilâh olmayan yüce Allah, minnet ve rahmetiyle farzları size farz kıldığında, size muhtaç olduğundan dolayı onları size farz kılmadı; bilakis size bir rahmet olarak, iyiyi kötüden ayırt etmek, göğüslerinizdekini sınamak ve kalplerinizdekini ayıklamak için olanları size farz kıldı ki, Allah’ın rahmetine doğru yarışasınız ve cennetteki makamlarınız farklı olsun. Böylece haccı, umreyi, namazı, zekâtı, orucu ve velâyeti (Ehl-i Beyt imamlarının imamet ve hilafetine inanmayı) size farz kıldı ve farzların kapılarını açabilmeniz (farzları yerine getirebilmeniz) için size (velâyet adında) bir kapı açtı ve yolunu bulabilmeniz için de size (velâyet adında) bir anahtar verdi.”[13]
Bütün Hasletlerden Daha Üstün Olan İki Haslet
14- “İki haslet var ki, onlardan daha üstün bir şey yoktur: Allah’a iman etmek ve mümin kardeşlere yararlı olmak.”[14]
Bel Büken Musibetlerden Biri
15- “Bel büken musibetlerden biri de, gördüğü iyiliği gizleyen ve kötülüğü açığa vuran komşudur.”[15]
Kıskanılmayan Nimet
16- “Tevazu, (alçak gönüllülük) kıskanılmayan bir nimettir.” [16]
Üzüntülünün Yanında Şen Olmanın Doğru Olmayışı
17- “Üzüntülünün yanında şen olmak edepsizliktir.”[17]
En Huzursuz Kişi
18- “En huzursuz insan, kin güden kişidir.”[18]
Kötülüklerin Anahtarı
19- “Kötülükler bir odaya bırakılmış, yalan ise o odanın anahtarı kılınmıştır.”[19]
Affedilmeyecek Günahlardan Biri
20- “Affedilmeyecek günahlardan biri de kişinin, (günahlardan herhangi birini önemsemeyerek) “Keşke sadece bu günahtan sorguya çekilsem” demesidir. Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdular: “İnsanlar arasında şirk, karıncanın karanlık gecede siyah çul üzerinde hareket etmesinden daha gizlidir.”[20]
Nimetin Değerini Bilen Kimse
21- “Nimetin değerini ancak şükreden bilir ve nimete ancak arif (onun değerini bilen) şükreder.” [21]
Övülmeye Layık Olmayan Kimseyi Övmenin Sakıncalı Olması
22- “Övülmeye layık olmayan bir kimseyi öven, töhmet ve iftira edilecek şahsın yerinde oturmuştur.”[22]
Dinin İkmal Edilerek Nimetin Tamamlanması
23- “Eğer Hz. Muhammed (s.a.a) ve soyundan olan vasileri olmasaydı, hayvanlar gibi şaşkınlık içerisinde halıp farzlardan hiçbirini tanımazdınız. Acaba şehre, giriş kapısından başka bir yerden girilir mi? Allah, Peygamber’den sonra veliler tayin etmekle nimetini size tamamladığında şu ayeti indirdi: “Bugün dininizi ikmal ettim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip beğendim.” Velileri için de sizin üzerinize bazı haklar farz kıldı. Eşlerinizin, mallarınızın, yiyecek ve içeceklerinizin size helâl olması için hakları eda etmeyi size emretti. Yüce Allah buyuruyor ki: “De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim ancak yakınlarıma sevgi göstermenizdir.” Bilin ki, kim (bu hakları ödemekte) cimrilik ederse, bu cimriliği sadece kendi zararınadır. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur; sizlerse O’na muhtaçsınız; O’ndan başka ilâh yoktur.”[23]
Mucize Gibi Bir İş
24- “Cahile riyazet çektirmek (nefsinin isteklerine karşı durmasını sağlamak) ve bir işe alışkın olanı alışkanlığından döndürmek, mucize gibi bir iştir.” [24]
İsteklerde Israr Etmenin, Değeri Yok Etmesi
25- “Bil ki, isteklerin karşılanması için direnip ısrar etmek, değeri yok eder, yorgunluk ve boyun eğmeye sebep olur.”[25]
Sevilmeyen Sıfatlardan Kaçınmanın Edep Olarak İnsana Yetmesi
26- “Başkalarından sevmediğin huy ve davranışlardan kaçınman, edep olarak sana yeter.”[26]
Her Şeyin Bir Haddinin Olması
27- “Cömertliğin bir haddi vardır; o haddi aşarsa israf olur. İhtiyatın bir sınırı vardır; o sınırı geçerse korkaklık olur. İktisat yapmanın bir ölçüsü vardır; o ölçüyü aşarsa cimrilik ve tamahkarlık olur. Şecaatin bir haddi vardır; o haddi aşarsa tehevvür olur.”[27]
Allah Hakkında Kusur Etmekten Sakınmanın Gereği
28- “Sakın Allah’ın emirleri hakkında kusur etmeyin; yoksa hüsrana uğrayanlardan olursunuz. Allah’ın itaatinden yüz çeviren ve O’nun velilerinin öğütlerini kabul etmeyen kimse, Allah’ın rahmetinden uzak olsun. Allah size, kendisine, Resulün ve ulu’l-emre itaat etmeyi emretmiştir. Allah, güçsüzlüğünüz ve gafletinizden dolayı size acısın ve işlerinizde size sabır versin. Lütuf ve keremi bol olan Rabbine karşı insan oğlunu aldatan nedir acaba?”[28]
Dostun Çok Olmasına Sebep Olan Etkenler
29- “Huyu takva, tabiatı iyilik yapmak, hasleti tahammül etmek olan bir kimsenin dostu çok olur.”[29]
Kalpler İstekli İken Onları Yakalayın
30- “Söyleyeceğinizi kalpler istekli iken söyleyin; isteksiz oldukları zaman onları kendi hallerine bırakın.”[30]
Yaratılışın Hedefi
31- Bir gün adamın birisi, İmam (a.s)’ın küçük yaşta iken ağladığını, diğer çocukların ise oynamakla meşgul olduğunu görünce, İmam’ın oynamak için diğer çocuklar gibi oyuncağı olmadığından dolayı ağladığını zannederek İmam’a; “Sana oyuncak alayım mı?” dedi. İmam (a.s) bunun üzerine şöyle buyurdular:
“Ey aklı az adam! Biz eğlenmek ve oynamak için yaratılmadık.” “Peki ne için yatıldık?” dediğinde, İmam (a.s); “İlim ve ibadet için yaratıldık” buyurdular. “Bu sözü neye dayanarak söylüyorsun?” dediğinde de şöyle buyurdular: “Allah’ın şu ayetine: “Sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve döndürülüp huzurumuza getirilmeyeceğinizi mi sandınız?”[31]
Tazmin Olunmuş Rızkın Farz Olan Amelere Mani Olmaması
32- “Allah tarafından garanti edilmiş rızk, farz olan amellerden seni alıkoymasın.”[32]
Belaların Nimetlerle Kuşatılmış Olması
33- “Allah’ın nimetiyle kuşatılmayan hiçbir belâ yoktur.”[33]
Yaratıklar Hakkında Düşünmenin De İbadet Oluşu
34- “İbadet, çok (müstehap) oruç tutmak ve çok (müstehap) namaz kılmak değildir;ibadet, Allah’ın yaratıkları hakkında çok düşünmektir.”[34]
İmam (a.s)’ın Sevenlerine Tavsiyesi
35- Buyurdular ki:
“Sizlere Allah’tan korkmayı, dininiz hususunda yasak olan şeylerden kaçınmayı, Allah için çaba göstermeyi, doğru konuşmayı, ister iyi olun ister kötü, size güvenip yanınızda emanet bırakan kimseye emanetini iade etmeyi, secdeleri uzatmayı ve iyi komşuluk yapmayı tavsiye ediyorum. Hz. Muhammed (s.a.a) işte bunları getirmiştir. Onların (Ehl-i Sünnetin) cemaatlerinde namaz kılın, cenaze merasimlerine katılın, hastalarını ziyaret edin ve haklarını ödeyin. Sizden biri, dininin yasak ettiği şeylerden kaçınır, doğru konuşur, emaneti sahibine verir ve halka karşı güzel ahlaklı olursa, “Bu Şii’dir” denilir. Bu bizi hoşnut eder. Allah’tan korkun, bize ziynet olun, leke olmayın. (İyi amelleriniz ve güzel ahlakınızla) Bizim için insanların sevgisini kazanın ve her türlü kötülüğü bizden uzaklaştırın. Çünkü biz, hakkımızda söylenen her iyiliğin ehli ve hakkımızda söylenen her kötülükten uzağız. Allah’ın kitabında, bizim hakkımız, Hz. Resulullah’a yakınlığımız ve Allah tarafından tertemiz (masun) kılındığımız açıklanmıştır. Bizden başka kim bu makamı iddia ederse yalancıdır.[35]
Allah’ı ve ölümü çok anın, Kur’an’ı çok tilavet edin,, Peygamber (s.a.a)’e çok salavat getirin. Çünkü Peygamber’e salavat getirmenin on sevabı vardır. Size ettiğim tavsiyeleri unutmayın. Selâmımı size ileterek sizi Allah’a emanet ediyorum.”
Toplantıda Makamından aşağıda Oturmanın Rahmete Sebep Olması
36- “Kim toplantıda makamından aşağı bir yerde oturmaya razı olursa, yerinden kalkıncaya kadar Allah ve melekleri ona salât ederler.”[36]
Çocuğun Küçüklükte Babaya Karşı Saygısızlığının Doğurduğu Netice
37- “Çocuğun küçüklükte babaya karşı saygısızlığı, büyüdüğünde ona karşı gelmesine sebep olur.” [37]
Sebepsiz Gülmenin Cehaletten Oluşu
38- “Taaccüp etmeksizin (bir sebep olmaksızın) gülmek cahilliktendir.”[38]
İnsanın Kısa ve Sayılı Günler İçerisinde Olması
39- “Şüphesiz sizler, kısa süre ve sayılı günler içerisinde yer almışsızın; ölüm ise ansızın gelmektedir. Hayır eken, sevinç ve saadet; şer eken ise, kötülük ve pişmanlık biçer. Her eken ektiğine ulaşır. Ağır davranan (dünyada kendisine belirlenen) nasibinden mahrum kalmaz; aç gözlü de nasibinden fazlasını elde edemez. Kime bir hayır verilmişse, Allah vermiştir; kim de bir şerden korunmuşsa, Allah korumuştur.”[39]
İnsanlardan Çekinmeyenin Allah’tan Çekinmemesi
40- “İnsanlardan (insanların önünde günah işlemekten) çekinmeyen, Allah’tan da çekinmez.” (İnsanlardan utanmayan, Allah’tan da utanmaz.)[40]
Kaynaklar
[1] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1309
[2] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1045
[3] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1049
[4] – Vesail’uş-Şia, c. 18, s. 95
[5] – Müstedrek’ul-Vesail, c. 2, s. 322
[6] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1049, h. 18
[7] – Bihar, c. 78, s. 379
[8] – Bihar, c. 78, s. 374
[9] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1051, h. 32
[10] – Envar’ul-Behiyye, s. 353
[11] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1043
[12] – Envar’ul-Behiyye, s. 353
[13] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1039
[14] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1049
[15] – Bihar, c. 78, s. 372
[16] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1051
[17] – Bihar, c. 78, s. 374
[18] – Bihar, c. 78, s. 373
[19] – Bihar, c. 78, s. 379
[20] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1045
[21] – Bihar, c. 78, s. 378
[22] – Bihar, c. 78, s. 378
[23] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1041
[24] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1051
[25] – Bihar, c. 78, s. 378
[26] – Bihar, c. 78, s. 377
[27] – Bihar, c. 78, s. 377
[28] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1041
[29] – Bihar, c. 78, s. 379
[30] – Bihar, c. 78, s. 379
[31] – Müminun/115. İhkak’ul-hak, c. 12, s. 473
[32] – Bihar, c. 78, s. 374
[33] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1051, h. 34
[34] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1047
[35] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1047, h. 12
[36] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1043, h. 2
[37] – Bihar, c. 78, s. 374
[38] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1047
[39] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 1049, h. 19
[40] – Bihar, c. 78, s. 377
RenkliWEB
Bazı Menkıbeleri
Medîne-i münevverede dünyâya gelen Hasan bin Ali Askerî, babasının ikâmete mecbur tutulduğu Samarra'ya iki yaşındayken geldi. Çocukluğu ve gençliği orada geçti. Daha çocukluğunda diğer çocuklardan farklı yaratılışta olduğu belliydi.
Behlül isminde bir kimse yoldan geçiyordu. Küçük yaşta olan Hasan bin Ali Askerî de yolun kenarında oturmuş ağlıyordu. Behlül isimli kimse, onun diğer çocukların elindeki oyuncaklar için üzülüp ağladığını zannetti. Yanına yaklaşarak; "Çocukların ellerindeki oyuncaklardan sana da alayım." dedi. Hasan bin Ali Askerî ona; "Ey akılsız kimse! Biz oyun oynamak için yaratılmadık." dedi. Behlül; "Niçin yaratıldık?" diye sorunca; "Biz ilim ve ibâdet için yaratıldık." dedi. Behlül; "Bu husûsu nereden biliyorsun?" diye sorunca; "Sizi abes olarak, oyuncak olarak mı yarattık sanıyorsunuz. Bize dönmeyecek misiniz zan ediyorsunuz." meâlindeki Mü'minûn sûresi 115. âyet-i kerîmesini okudu.
Behlül bu küçük çocuğun sözlerine ve hareketlerine hayret etti ve kendisine nasîhat etmesini istedi. Hasan bin Ali Askerî bâzı beyitler okuyarak nasîhatte bulundu. Fakat o sırada âniden fenâlaşıp bayıldı. Bir müddet sonra ayılıp kendine gelince, Behlül ona; "Sana ne oldu. Sen küçük ve günahsızsın." dedi. Hasan bin Ali Askerî; "Ey Behlül; Annemi ateş yakarken gördüm. Büyük odunları tutuşturmak için küçük odunları yakıyordu. Ben de Cehennem'in küçük odunlarından olmaktan korkuyorum." diye cevap verdi.
Küçük yaştan îtibâren ilim tahsîl etmeye başlayan Hasan bin Ali Askerî zamânının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Farsça, Hintçe ve Türkçe lisanlarını öğrendi. Babası Ali Nakî hazretlerinin hizmet ve sohbetlerinde bulunup tasavvuf yolunda ilerledi.Büyük âlim ve olgun bir velî olup insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaya başladı.
Babasının vefâtı üzerine onun yerine geçip altı yıl üç ay kadar İmâmet-i Kübrâ vazîfesini yürüttü. İnsanların dünyâda ve âhirette saâdete mutluluğa kavuşmaları için gayret etti. Birçok talebe yetiştirdi. Tasavvufa sayısız hizmetleri oldu. Güzel ahlâkı ve hoş sohbetleriyle insanların gönüllerini fethetti.
Doğruları söylemesi sebebiyle bâzı hasedçi ve çekemez kimselerin de kışkırtmalarıyla zamânın devlet adamlarıyla arası açıldı. Bu sebeple hapse atıldı. Hapishânede bulunduğu sırada birçok kerâmetleri görüldü.
Ebû Hâşim Dâvud bin Kâsım el-Câferi anlattı: "Hapishânedeydim. Ben, Hasan bin Muhammed, Muhammed bin İbrâhim el-Ömerî'nin de bulunduğu beş altı kişilik bir grupla berâberdim. O sırada ansızın Ebû Muhammed Hasan bin Ali Askerî ve kardeşi Câfer yanımıza geldiler. Onların gelişiyle biz rahatladık. Hapishânenin vazîfelisi Sâlih bin Yûsuf'tu. Hapishânede yanımızda yabancı bir kimse de vardı. Hasan bin Ali Askerî bize yönelerek gizlice buyurdu ki: "Eğer şu kimse olmasaydı, burada bulunanların, hangisinin ne zaman buradan kurtulacaklarını söylerdim. Bu kimse sizin hakkınızda halîfeye bir mektup yazarak neler konuştuğunuzu, uygun olmayan hususları haber vermek istedi. Yazdığı mektup onun elbiseleri arasında gizlidir. O mektubu sizin bilemiyeceğiniz bir sûrette halîfeye ulaştırmak istiyor. Onun şerrinden sakınınız." buyurdu.
Ebû Hâşim ve yanındakiler o kimsenin üzerini aradılar ve içerisinde uygun olmayan çeşitli hususların yazılı olduğu mektubu buldular ve elinden aldılar. Daha sonra da onun yanında bir şey konuşmaktan kaçındılar. Böylece Hasan bin Ali Askerî hazretlerinin kerâmeti sebebiyle kötü bir durumdan kurtuldular."
Onu sevenlerden Îsâ bin Feth anlattı: "Biz hapishânedeyken Hasan bin Ali Askerî yanımıza girdi. Bana buyurdu ki: "Ey Îsâ; Senin ömrün altmış beş yaşını bir ay iki gün geçti." Hakîkaten doğum târihim yazılı olan kâğıda baktığım zaman onun dediği gibi olduğumu gördüm. Bana; "Senin çocuğun oldu mu?" diye sordu. Ben de; "Hayır olmadı." dedim. Ellerini açıp; "Allah'ım! Buna, kendisine kuvvet verecek hayırlı bir evlâd ihsân eyle. Çocuk ne güzeldir." diye duâ etti. Ben; "Ey efendim! Senin evlâdın var mı?" diye sordum. Buyurdu ki: "Allahü teâlâya yemin ederim ki benim bir oğlum olacak ve yeryüzünü adâletle dolduracaktır. Fakat şu anda yoktur." buyurdu. Daha sonra onun Muhammed Mehdî isminde âlim ve fazîletli bir oğlu oldu.
İsmâil bin Muhammed anlattı: Ebû Muhammed Hasan bin Ali Askerî'nin evinin kapısında oturdum. O kapıdan çıkınca kalkıp ona yönelerek, ihtiyaçlarımı bildirdim. İhtiyaç ve zarûret içinde olduğumu belirtip; "Vallâhî bir dirhemim dahi yoktur." dedim. Hasan bin Ali Askerî hazretleri; "Sen yemin ederek bir dirhemin dahi olmadığını söylüyorsun ama filan yere gömdüğün iki yüz dinarın var. Bunu sana bir şey vermemek için söylemiyorum. Lâkin senin o iki yüz dinarı kaybedeceğinden korkuyorum." buyurdu ve bana yüz dinar verdi. Ben ona teşekkür ettim.Fakat içime gömdüğüm iki yüz dinarın kaybolma korkusu düştü. Onu gömdüğüm yere gidip araştırdım. Aynen duruyordu. Başka bir yere naklettim. Yerini kimse bilmiyordu.
Bir müddet sonra o dinarlara ihtiyacım olunca, almak için yerine gittiğimde gömdüğüm yerde bulamadım ve üzüldüm. Oğlum paranın yerini bulup, almış ve onu harcamış. Ben ise o iki yüz dinarın hiçbir faydasını göremedim. Hasan bin AliAskerî hazretlerinin dediği gibi oldu.
Talebelerinden birisi şöyle nakletti: "Zindana düşmüştüm. Zindan çok dar ve ayağımdaki zincirler de çok ağırdı. İmâm-ı Askerî hazretlerine bir mektup yazarak sıkıntımı anlattım. Mektuba geçim sıkıntımın da olduğunu yazacaktım, fakat utandığım için yazamadım. İmâm-ı Askerî hazretleri, mektuba verdikleri cevapta; "Bu mektubu aldığın gün, öğle namazını evde kılacaksın." diye yazmış. Hakîkaten o gün öğle üzeri beni zindandan çıkarıp serbest bıraktılar.
Sevinç içinde evime geldim, namazımı kıldım. Kapım çalındı, kapıyı açtığımda İmâm-ı Askerî hazretlerinin hizmetçisi ile karşılaştım. Bana yüz altın ile bir mektup bıraktı. Mektubu açtığımda şunların yazılı olduğunu gördüm: "Ne zaman bir ihtiyâcın olursa iste! İstediğin şeye, Allahü teâlânın izniyle kavuşursun."
İmâm'ı sevenlerden biri, başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır: "İmâm-ı Askerî hazretlerine bir mektup yazarak bâzı şeyler sordum. Bahar hummasından da soracaktım. Fakat unutmuştum. Daha sonra suâllerimin cevâbı geldi. Suâllerin cevâbından sonra şöyle yazmışlar: "Bu suâllerle berâber bahar hummasını da soracaktın, fakat unuttun. Onun cevâbını da verelim. "Ey ateş! İbrâhim'in üzerine soğuk ve emin ol." âyet-i kerîmesi yazılıp, hummalı hastanın boynuna asılırsa şifâ bulur." buyurdu. Dedikleri gibi yaptım. Hasta şifâ buldu."
Halîfe'nin huysuz bir atı vardı. Değil binmek, eyer bile vuramazlardı. Halîfe'nin hizmetçilerinden biri;"Bu atı İmâm-ı Askerî görsün. Ya bu at onu öldürür, veyahut at kullanılır hâle gelir." dedi. İmâm saraya çağrıldı. Sarayın bahçesine girince, doğruca o atın yanına gitti, ata elini sürünce hayvan terlemeye başladı. Sonra Halîfe, hazret-i İmâmın yanına gelerek, tâzimden sonra; "Efendim biz bu atı hiç kullanamıyoruz. Terbiye de edemedik. Buna bir eyer vurup eğitebilir misiniz?" dedi.İmâm-ı Askerî hazretleri atın yanına vardı, eyerini vurdu. Halîfe; "Bir de biner misiniz?" deyince, bindi. Sarayın bahçesinde koşturdu. At, en ufak bir serkeşlik yapmadı. Sonra attan inip halîfenin yanına gelerek; "Bundan daha iyisini görmedim." buyurdu. Halîfe çok hayret etti ve atı İmâm-ı Askerî hazretlerine hediye etti.
Hasan bin Ali Askerî hazretleri ömrünü İslâmiyeti öğrenmek, öğretmek ve yaşamak sûretiyle geçirdi. Onun Nercis isimli hanımından Muhammed Mehdî isminde bir oğlu dünyâya geldi. Zamânının kutbu olan Muhammed Mehdî yüksek bir velî idi. Hasan bin Ali Askerî hazretleri 874 (H.261) senesi Rebîülevvel ayının sekizinci Cumâ günü Bağdât yakınındaki Samarra'da vefât etti.
Vefât haberi duyulunca, bütün Samarra halkı cenâzesine koştu. Başta halîfe olmak üzere, devletin ileri gelenleri, kumandanlar, kâdılar ve bütün halk onun cenâze namazında bulundular. Samarra'da babasının türbesinde kabrinin yanında defnedildi. Kabri, sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir.
Hasan bin Ali Askerî hazretlerinin vefâtından sonra da kerâmetleri görülmüştür.
Harputlu bir şahıs memleketine gitmek üzere Erzurum'dan yola çıkmıştı. Kemah'a bağlı Nezkep köyünü gece geçmesi gerekiyordu. Burası eşkıyâlar yatağı ve tehlikeli bir yerdi. Bir dereye geldiğinde adamcağız korkudan gözlerini kapayıp Hasan-ı Askerî hazretlerinin rûhâniyetinden imdâd diledi. "Siz işlerinizde şaşırıp kaldığınız zaman kabir ehlinden yardım taleb ediniz." hadîs-i şerîfinin mânâsı tecelli etti. İmâm Hasan-ı Askerî'nin rûhâniyeti nûrânî bir şekilde karşısına çıkıp; "Korkma tehlikeli olan yerleri geçtin." diye müjdeledi. Ona gideceği istikâmeti gösterdi.
Şibrâvî, Hasan bin AliAskerî hazretlerinin vefât ettikten sonraki kerâmetlerinden şunu nakletti: "1879 (H. 1296) senesinde Irak'ın kuzey taraflarındaki bir köyden Bağdât'a gitmek üzere yola çıktım. O köyde kâdı olarak vazîfe yapıyordum. Benim için tâyin edilen vakti tamamlamadan oradan ayrıldım. Bulunduğum köyde şiddetli bir kıtlık hüküm sürüyordu. Bir toplulukla birlikte Bağdât yakınlarındaki Samarra şehrine vardık. Orada bulunan Hasan bin Ali Askerî'nin kabrini ziyâret etmek üzere kabr-i şerîfinin yanına vardık. Bu sırada benim üzerimde rûhânî bir hal meydana geldi. Böyle bir hal de Musul'da Yûnus aleyhisselâmın kabrini ziyâret ettiğim zaman olmuştu. Kur'ân-ı kerîmden okudum ve duâda bulundum. Sevâbını rûhuna bağışladım. Bende hâsıl olan bu hâlin Hasan bin AliAskerî hazretlerinin kerâmeti olduğunu anladım."
Rahiplerin sırrını ifşa etmesi:
Yılların birinde Samerra şehrinde kuraklık meydana gelince Abbasi halifesi Mu'temed halka, çöle giderek dua etmelerini emretti. Halk çöle giderek üç gün peşpeşe namaz kılarak dua ettiler ise de yağmur yağmamıştı. Bu olaydan birgün sonra Hıristiyanlar papazlarıyla birlikte çöle giderek dua ettiklerinde yağmur yağmıştı. Bu olay müslüman halkı etkileyerek, kalplerinin Hıristiyanlığa yönelmesine sebep olmuştu. Bu olaydan dolayı çok rahatsız olan ve üzülen Abbasi halifesi Mu'temed İmam Hasan Askeri(a.s)'ı zindandan çıkartarak yanına getirdi ve bu sorunu halletmesini istedi. İmam (a.s) şöyle buyurdu: Yarın, yağmur duası için çöle gitmelerini onlara söyleyin. Hıristiyanlar gittikten sonra, İmam (a.s) bu işin sırrını açığa çıkarmak için, halk kitleleri arasında çöle gitti. Hıristiyanlar ellerini göğe kaldırarak, Allah'tan yağmur yağdırmasını istediler. Çok geçmeden gökte bir bulut göründü ve yağmur yağmaya başladı. İmam (a.s) üst tarafta duran Hıristiyanı durdurarak ellerinin arasında bulunan şeyleri çıkarmalarını emretti. Ellerini araştırdıklarında parmaklarının arasında bulunan siyah bir kemik buldular. Onu alarak, İmam(a.s)'ın yanına getirdiler. Kemiği bir bezin arasına bağlayarak, ona "Şimdi dua et de yağmur yağsın" diye buyurdu. Hıristiyan adam elini havaya kaldırır kaldırmaz, tüm bulutlar dağıldı ve güneş göründü. Tüm halk şaşırmıştı. Halife bu işin sırrını sorduğunda, İmam(a.s) şöyle buyurdu: "Bu, bir mezardan aldıkları Allah'ın Peygamberlerinden birinin kemiğidir. Allah'a bu kemiğin hakkına and içiyorlar ve sonuçta Allah bu kemiğe olan ihtiramdan dolayı onların isteğini kabul ederek yağmur gönderiyordu. Bu kemik kimin elinde olursa, isteği, onların isteği gibi aynen yerine gelecektir," Halkın huzurunda bir kez denedikten sonra, Hazretin sözleri doğrulandı ve herkes O'na teşekkür etti.
Pasta yerine et ye
Hasan bin Ali Askerî hapishânede bulunduğu sırada oruç tutardı. O iftar ettiği zaman diğer arkadaşları da onunla birlikte yemek yerlerdi. Ebû Hâşim de onunla birlikte oruç tutmaya başladı. Aradan bir müddet geçince zayıf düştü. Oradaki vazîfeliden pasta istedi. Vazîfelinin getirdiği pastayı alan Ebû Hâşim boş bir kenara çekilerek yedi. Daha sonra her zamanki bulunduğu topluluğun arasına döndü. O topluluktan hiç kimse Ebû Hâşim'in bir kenara çekilip yeyip içtiğini bilmiyordu. Hasan bin Ali Askerî hazretleri Ebû Hâşim'e tebessüm ederek yöneldi ve buyurdu ki: "Ey Ebû Hâşim! Senin yeyip içmende bir mahzûr yoktur. Kendini zayıf hissettiğin ve kuvvetlenmek istediğin zaman pasta yerine et ye. Çünkü pasta insanı kuvvetlendirmez." Ebû Hâşim pasta yediğini kimsenin bilmediğini düşünerek, bunun Hasan bin Ali Askerî'nin kerâmeti olduğunu anladı.
Bizi boş çevirmez:
Muhammed bin Câfer isimli bir genç anlattı:
Geçim sıkıntısı içindeydik. Bir gün babam; "Oğlum gel İmâm-ı Askerî hazretlerine gidelim. Onun çok cömert olduğunu söylüyorlar. Bizi de boş çevirmez. Bir ihsânda bulunabilir." dedi. Ben de "Peki, baba sen onu hiç gördün mü?" deyince; babam: "Hayır" diye cevap verdi.
Daha sonra beraber yola çıkınca bana; "Beş yüz akçe verse, iki yüz akçesi ile elbise, iki yüz akçesi ile de un, geri kalanla da diğer ihtiyaçlarımızı alırız." dedi. Ben de; "Bana da üç yüz akçe verse, yüz akçe ile elbise, yüz akçe ile yiyecek ve yüz akçesi ile de merkep alıp, Kûhistan tarafına gitsem." dedim.
İmâm-ı Askerî hazretlerinin kapısına geldiğimizde, kapıya birisi çıkarak, babamı ve beni ismimizle çağırdı ve içeri girdik. İmâm-ı Askerî hazretleri; "Şimdiye kadar niçin gelmediniz?" diye sordu. Babam da; "Perişan hâlimizle yanınıza gelmeye utandık." dedi.
Ziyâretten sonra çıkıp giderken, arkamızdan hizmetçi koşarak geldi ve bir kese babama vererek; "Bu kesede beş yüz akçe vardır. İki yüz akçesi ile elbise, iki yüzü ile un ve yüz akçesi ile çeşitli ihtiyaçlarınızı alırsınız." dedi. Sonra bana dönerek bir kese de bana verdi ve; "Bu kesede üç yüz akçe vardır. Yüz akçesi ile elbise, yüz akçesi ile yiyecek, yüz akçesi ile de bir merkep alırsın, yalnız Kûhistan tarafına gitme." dedi. Sonra meydana gelen hâdiselerden, oraya gitmemin benim için iyi olmayacağını anladım.
1) Nûru'l-Ebsâr; s.166
2) Sefînetü'l-Evliyâ; s.29
3) Vefeyâtü'l-A'yân; c.1, s.135, c.2, s.94
4) Câmiu Kerâmâti'l-Evliyâ; c.1, s.389
5) Mu'cemül-Müellifîn; c.3, s.261
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1083
7) Târih-i Bağdad; c.2, s.366
8) El-A'lâm; c.2, s.200
9) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.3, s.182
Vecîzelerinin Bir Kısmı
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin bugün elde bulunan eserleri şunlardır:
1. Tefsirleri,
2. Kısa sözleri,
3. Mektupları,
4. Helâl ve harama ait risâleleri.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin, bu eserlerindeki sözlerinde ve nasîhatlarında, insanlık için alınacak nice kıymetli dersler vardır. Bazı sözleri şunlardır:
• Allah’tan çekinin. Dîne ve insanlığa kir değil, süs olun. Kendinizi halka sevdirin. Kendinizden kötü isnâdları giderin.
• Allah’tan çekinmenizi, dinde ihtiyâtla hareket etmenizi, Allah yolunda çalışmanızı tavsiye ederim. Her zaman ve her yerde doğru sözlü olunuz. Size emanet edilen şeyi, bu emaneti yapan ister iyi bir insan, ister kötü bir insan olsun, mutlaka yerine getirin.
• Başkalarında görüp de beğenmediğin şeyler, seni terbiye etmeğe yeter.
• Bâtıl benliğine binen, nedâmet evine konar.
• Beli kıran şeylerden biri de, gördüğü iyiliği örten ve kötülüğü yayan komşudur.
• Biz ancak hakkımızda söylenen güzel sözlere lâyıkız. Bize isnâd olunan her kötü sözden ise uzağız. Allah’ın kitabında hakkımız var. Resûlullah’a yakınız. Cenâb-ı Hak bizi tertemiz etmiştir. Hakkımızda kötü zânda bulunan, bize bir kötülük isnâd eden ancak yalancıdır.
• Budala kişinin yüreği, ağzındadır. Akıllı kişinin ise ağzı, yüreğindedir.
• Cömertliğin de bir derecesi vardır. O dereceyi aştı mı, cömertlik artık isrâf sayılır. Nitekim yiğitliğin, kahramanlığın da bir derecesi vardır. O derece aşılırsa kızgınlık, kudurganlık olur. İktisadın da bir hududu vardır. Bu hudut aşıldı mı, hasislik başlar.
• Çok uyuyan, çok rüya görür.
• Düşmanın en az hilekârı, sana olan düşmanlığını ap-açık gösterendir.
• Gönül alçaklığı, öyle bir nimettir ki, hiç kimsenin hasedini çekmez.
• Hayır eken, hayır biçer. Şer eken, pişmanlık biçer. Kim ne ekerse ancak onu biçer.
• Her kötülüğün anahtarı öfkedir.
• İnsanlardan çekinmeyen, Allah’tan da çekinmez.
• Kederli olan bir kimsenin kederine saygı gösterin. Böyle bir kimsenin yanında sevincini göstermek, edebe sığmaz.
• Komşularınızla iyi geçinmeğe bakın. Hz.Muhammed bunu emretmiştir. Dostlarınızı, yakınlarınızı ziyaret edin. Hastaların hatırını sorun. Cenazelerde hazır bulunun, kimsenin hakkı üzerinizde kalmasın, borçlarınızı edâ edin.
• Lâyık olmayan bir kimseyi öven, haksız olarak birine bir kötülük isnâd eden adama benzer. Yaptıkları iş arasında fark yoktur.
• O ne kötü bir kuldur ki; iki yüzlü, iki sözlüdür. O, kardeşini yüzüne karşı metheder de arkasından etini yer. O, kardeşine bir şey verilecek olsa kıskanır. Başına bir felâket geldiği zaman ise onu hemen kötülemeğe kalkışır.
• Sizden biri ihtiyâtla hareket eder, doğru sözlü olur, insanlarla iyi bir hûyla geçinirse ve onu herkes severse, bu beni sevindirir.
• Suç işlemeyi terk eden makbûl bir kuldur.
• Şaşılmayacak bir şeye gülmek bilgisizliktir.
• Şükretmeyen, şükretmesini bilmeyen, nimet nedir bilmez. Uğradığı nimet karşısında buna şükreden, nimetin kadrini bilip anlayandır.
• Yüz güzelliği dış güzelliktir; aklın, zekânın güzelliği ise öz güzelliktir.