İMAM ALİ RIZA (r.a.)
On iki imâmın sekizincisi. Muhammed Cevâd Tâkî'nin babasıdır. Nesebi, Ali Rızâ bin Mûsâ Kâzım bin Câfer-i Sâdık bin Muhammed Bâkır bin Ali Zeynel Âbidîn bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib'dir (r.anhüm).
Künyesi, babasının künyesi gibi Ebü'l-Hasan'dır. Mûsâ Kâzım hazretleri ona kendi künyemi bağışladım buyurmuşlardır. Lakabı Rızâ'dır. Babasına dediler ki: "Halîfe Me'mûn ondan râzı olduğu için mi oğlun Ali'yi, Rızâ diye çağırıyorsun?" Cevâbında; "Hayır, Allahü teâlâ ve Resûlü râzı oldukları içindir." buyurdu. Ona uyanlar ve muhâlifleri ondan râzıydı.
Rızâ lakabından başka her biri onun üstünlüğünü ifâde etmek için söylenmiş, Sâbir, Zekî, Velî gibi başka lakapları da vardır. 770 (H.153)de Medîne'de doğdu. 818 (H.203) senesiRamazân-ı şerîfin yirmi birinci Perşembe günü elli yaşında Tûs (Meşhed)de vefât etti.
Namazını halîfe Me'mûn kıldırdı. Me'mûn, İmâm-ı Ali Rızâ hazretlerini çok sever ve sayardı. Kızını nikâh edip, İmâmı kendine dâmâd yaptı. Yerine halîfe olmasını emir ve îlân edip, paralara ismini yazdırdı. Fakat, İmâm önce vefât etti. Bâyezîd-i Bistâmî ve Ma'rûf-i Kerhî hazretleri İmâmın sohbeti ile şereflenip kemâle gelip, yüksek derecelere ulaştılar.
İmâmlığı, tasavvufta rehberliği yâni Kur'ân-ı kerîmin mânevî hükümlerine kavuşturma vazîfesi, bunu kalplere yerleştirmek, tasavvuf hâllerine ve derecelerine ulaştırma vazîfesi vefâtına kadar sürdü.
İmâm-ı Ali Rızâ'nın babası İmâm-ı Mûsâ Kâzım'ın üstün talebelerinden biri şöyle anlattı: "Bir gün İmâm-ı Mûsâ Kâzım; "Mağrib (Fas) tüccarlarından gelen oldu mu?" diye sordu."Bilmiyoruz." dedik. O da; "Gelmiştir." buyurdu. Atlara binip gittik. Orada câriye satan bir Mağribli vardı. Bize yedi câriye gösterdi. İmâm hazretleri hiçbirini kabûl etmedi. Bir daha bulunduğunu fakat hasta olduğundan göstermediklerini öğrendik. Hazret-i İmâm bana; "Yarın gel. Ne kadar ücret isterse kabûl edip o câriyeyi al!" buyurdu. Ertesi gün Mağriblinin yanına vardım. "Dün isteyip de hasta olduğu için göremediğimiz câriyeyi istiyorum." dedim. Yüksek bir fiat söyleyip; "Daha aşağı olmaz." dedi. Ben de; "O fiyata kabûl ettim." dedim. Bana; "Bunu kimin için alıyorsun?" diye sorunca; "Dünkü berâber geldiğimiz zât için." dedim. Tüccar; "O kimlerdendir?" dedi. "Benî Hâşim'dendir." deyince, Magribli tüccar, bu câriye hakkında şöyle anlattı: "Ben, bu câriyeyi Magrib'in en uzak beldesinden aldım. Bir kadın bana; "Bu câriyeyi kimin için aldın?" dedi. Ben de; "Kendim için aldım." diye söyleyince, o kadın; "Hayır! Bu senin olacak bir câriye değildir! Bu câriye, yeryüzünün en kıymetli zâtınındır! Bunların bir çocuğu olur. O büyüyüp yetişince, yeryüzünün en âlimi olacaktır." dedi. Daha sonra câriyeyi Mûsâ Kâzım'a getirdim. Bu câriyeden İmâm-ı Ali Rızâ dünyâya geldi.
Mûsâ Kâzım hazretlerinin annesi Hamîde Hâtun, Peygamber efendimizi rüyâsında gördü. Ona buyurdu ki: "Yakın zamanda, zamânın insanlarının en üstünü olan bir torunun olacaktır."
Ali Rızâ'nın annesi anlatır; "Hâmile olduğum zaman hiçbir ağırlık duymazdım. Geceleri uykuda karnımda tesbih, Sübhânallah ve tehlil, Lâ ilâhe illallah sesleri işitir, korkardım. Uyandığım zaman hiç ses duymazdım. Oğlum doğduğu zaman ellerini yere koyup, bir söz söyleyen veya münâcaat eden bir kimse gibi dudaklarını oynattı."
Huzâa kabîlesinden Da'bel bin Ali ismindeki zât zamânının en meşhûr şâirlerinden ve güzel söz söyleyenlerindendi. Şâir şöyle anlattı: "Ehl-i beyte muhabbeti anlatan Medâris-i Âyât isimli kasîdeyi yazıp, İmâm-ı Ali Rızâ'ya arzettim. Çok beğendiler ve; "Benden izinsiz hiç kimseye okuma!" buyurdular. Ben; "Peki!" deyip ayrıldım. Halife Me'mûn, bu kasîdeyi yazdığımı duyup beni çağırdı. Hâl hatır sorduktan sonra, yeni yazdığım kasîdeyi okumamı istedi. Ben özür dileyip hazret-i İmâm'ın emrini bildirdim. Halîfe, hazret-i İmâm'ı çağırıp, kendisinden izin alınca, ben de kasîdeyi okudum. Halîfe çok memnun olup bana elli bin akçe hediye etti. İmâm-ı Ali Rızâ da o kadar ihsânda bulundu. Ben de; "Efendim! Ben giydiğiniz elbiselerinizden istirhâm ediyorum. Bereketlenmek için yanımda bulundururum. Öldüğüm zaman kefenim olur." dedim. İhsân edip, giydiklerinden bir gömlek ve çok güzel bir havlu verip; "İnşâallah bunları saklarsın ve bunlarla belâlardan emin olursun." buyurdular. Bir zaman Irak'a gidiyordum. Yolda eşkıyâ yolumuzu kesip, neyimiz varsa hepsini almaya başladılar. Eşyâların alındığına değil de, İmâm hazretlerinin hediyesi olan gömlek ve havlunun da alınacağından çok korktum. Bir taraftan da hazret-i İmâm'ın; "Belâlardan emin olursun." sözlerini düşünüyordum. Bu sırada haydutlardan birinin, benim atıma bindiğini ve benim yazdığım kasîdeyi okuyup ağladığını gördüm. Haydudun Ehl-i beyte olan muhabbetine hayret ettim ve dedim ki: "O kasîdeyi kim yazdı?" Eşkıyâ; "Bu kasîdeyi yazan, İmâm-ı Ali Rızâ'nın şâiri, meşhûr Da'bel bin Ali'dir. Fakat sen onu tanımazsın." deyince; "Da'bel bin Ali benim!" dedim, inanmadı. Kâfilede bulunanlar tasdik edince, eşkıyâ kâfileden aldığı bütün malları sâhiplerine iâde etti. Bize de kılavuzluk edip tehlikeli yerlerden selâmetle geçmemize vesîle oldu. Hazret-i İmâm'ın hediyelerinin bereketiyle bütün kâfile belâdan kurtulduk."
Bir gün İmâm hazretleri, bir kimseye bakıp, "Hiç kimsenin elinden kurtulamayacağı işe hazırlık yap, vasiyyetini yaz!" buyurdu. Üç gün sonra o kimse vefât etti.
Bir kimse şöyle anlattı: Hacca gitmeye niyet etmiştim. Evdekiler, ihrâm olarak Sevb-i Mülcem denen, sert ve âdî dokunmuş kumaş elbise hazırlamışlardı. "Bunlarla ihrâm câiz midir, değil midir?" diye şübhe edip, ihtiyât olarak başka bir ihrâm aldım. Mekke-i mükerremeye varınca, İmâm-ı Ali Rızâ'ya bir mektup yazdım. Ama asıl sormak istediğim, Sevb-i Mülcem ile ihrâmın câiz olup olmadığı suâlini yazmayı unutmuştum. Bir müddet sonra, Hazret-i İmâm mektubuma cevap gönderdiler. Mektubun sonunda "Sevb-i Mülcem ile ihrâm câizdir." yazısını okudum.
Ebû İsmâil Sindî isminde bir zât anlatıyor: Bir zaman İmâm-ı Ali Rızâ'nın huzûruna gittim. Arabî lisânından hiçbir şey bilmediğim için, Sind (Hindistan'ın kuzey batısında bir eyâlet) lisânı ile selâm verdim. Selâmıma benim lisânım ile cevap verdiler. Yine Sind lisânı ile bâzı suâller sordum, Sind lisânı ile gâyet açık cevap verdiler. Ben; "Efendim! Arabî lisânını hiç bilmiyorum. Fakat öğrenmeyi çok arzu ediyorum." diye sorunca, mübârek elini dudaklarıma sürdü. O anda Arabî konuşmaya başladım. Allahü teâlâ, hazret-i İmâm hürmetine bunu bana ihsân etti."
İmâm-ı Ali Rızâ hazretleri Nişâbur'a gelince, yirmi binden fazla âlim ve talebe, kendisini karşıladı. Dedelerinden gelen bir hadîs-i şerîf okuması için yalvardılar. İmâm hazretleri; "Ben, babam Mûsâ Kâzım'dan, o da babası Câfer-i Sâdık'tan, o da babası Muhammed Bâkır'dan, o, babası Ali Zeynel Âbidîn'den, o, babası hazret-i Hüseyin'den, o, babası hazret-i Ali'den, o, Peygamber efendimizden, o, Cebrâil aleyhisselâmdan, o da Allahü teâlâdan. Bu hadîs-i kudsîyi okudu. "Lâ ilâhe illallah kal'amdır. Bunu okuyan, kal'ama girmiş olur. Kal'ama giren de azâbımdan kurtulur." İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel hazretleri, bu hadîs-i kudsînin râvileri ile berâber okunduğunda bütün hastalıklara iyi geleceğini bildirmiştir.
Bir tanıdığı anlatır: Hanımım yüklü idi. İmâm-ı Ali Rızâ hazretlerinin huzûruna varıp, "Duâ buyurun da bir oğlumuz olsun." dedim. Bunun üzerine; "Hanımın iki çocuğa hâmiledir." buyurdu.
Huzûrlarından çıkıp giderken çocukların adını Muhammed ve Ali koysam diye hatırımdan geçirdim. Beni yoldan çağırtıp: "Çocukların birine Ali, diğerine Ümm-i Amr adını koy!" buyurdu. Çocuklar doğdu, biri kız diğeri de oğlandı. Adlarını dedikleri gibi koydum. Anneme Ümm-i Amr adını sorduğumda; "O isim annemin adı idi." dedi.
Sâlih bir müslüman, İmâm-ı Ali Rızâ ile ilgili menkıbesini şöyle anlatır:
Peygamber efendimizi rüyâmda gördüm. Hacıların kondukları mescidde oturuyorlardı. Huzûrlarına vardım. Selâm verdim. Önlerinde hurma yaprağından örülmüş bir tabakta Seyhânî hurmaları vardı. Bana bir avuç hurma verdi. Saydım on yedi tâne idi. Kendi kendime on yedi yıl ömrüm kalmış diye tâbir ettim.
On beş yirmi gün sonra İmâm-ı Ali Rızâ hazretlerinin bu mescidde konakladıklarını duydum. Hemen yanlarına koştum. Rüyâmda gördüğüm gibi Resûlullah'ın oturduğu yerde oturmuştu. Önlerinde de bir tabak hurma vardı. Beni yanına çağırarak bir avuç hurma verdi. Saydım tam on yedi tâne idi. Biraz daha hurma istediğimde; "Resûlullah'tan daha fazla verilir mi?" buyurdu.
Tüccarın biri dil tutukluğundan dolayı güçlükle konuşurdu. Kendi kendine; "İmâm-ı Ali Rızâ hazretleri Peygamber efendimizin evlâtlarındandır. Huzûruna varayım da benim dilime bir ilâç tavsiye etsin." diye düşündü. O gece rüyâsında İmâm-ı Ali Rızâ hazretlerini gördü. Kendisine, "Kimyon, sa'ter ve tuzu, su ile karıştır, iki üç kere ağzında çalkala şifâ bulursun." buyurdu. Sabahleyin uyandığında rüyâsını hâtırladı; fakat rüyâ deyip fazla ehemmiyet vermedi. Hazret-i İmâmın huzûruna gidip, hâlini arz ettiğinde: "Senin dilinin ilâcını rüyâda söylemediler mi?" buyurdu. Tüccar, târif ettikleri ilâcı kullanınca, konuşması hemen düzeldi.
Birisi bir mektup yazarak bâzı suâllerini hazret-i İmâm-ı Ali Rızâ'ya arz etmek istedi. Evlerinin önüne vardığında çok kimsenin orada beklediğini ve kendileri ile görüşmek istediğini gördü. Bu kalabalıkta mektubunu veremeyeceğini düşünerek, üzüldü. Tam geri döneceği sırada bir hizmetçi dışarı çıkarak o şahsı ismiyle çağırarak; "Bu kâğıdı İmâm hazretleri gönderdi." dedi. O şahıs kâğıdı aldı. Baktığında elindeki suâllerinin cevâbı olduğunu hayret içinde gördü.
Sâlih bir zât anlatır: "Bir gün İmâm-ı Ali Rızâ hazretleri ile bir evin duvarının dibinde duruyorduk. Biraz sohbet ettik. O sırada bir kuş geldi. İmâm hazretlerinin önünde yere kondu. Ötmeğe başladı. Dertli olduğu belliydi. İmâm hazretleri bana sordu. "Biliyor musunuz bu kuş ne diyor?" Ben de dedim ki: "Ehl-i beytten olan Peygamber efendimizin evlâtları daha iyi bilirler." Hazret-i İmâm; "Bu kuş, şu evde bir yılan olduğunu ve yavrularını yiyeceğini söylüyor. Kalk eve gir ve o yılanı öldür!" buyurdu. İmâm hazretlerinin buyurduğu gibi eve girdim, gerçekten içeride bir yılan dolaşıyordu. Hemen bir sopa ile yılanı öldürdüm."
Hüseyin bin Mûsa şöyle anlatıyor: "Biz Hâşimoğulları'ndan bir grup genç, İmâm-ı Ali Rızâ'nın yanında oturuyorduk. Biraz sonra akrabâmızdan Câfer bin Ömer, kılık kıyâfeti perişan bir vaziyette geçti. Biz hâline acıyarak ve üzülerek bakınca, buyurdu ki: "Ey gençler! Bu zâtın hâline acıyorsunuz değil mi?" buyurunca; "Evet efendim!" dedik."Kısa bir zaman sonra yanınızdan, kıymetli elbiseler ve etrâfında hizmetçiler ile geçerse hiç şaşmayın." buyurdu. Aradan bir ay geçti. Bu zât, halîfe tarafından Medîne'ye vâli tâyin edildi. Bir zaman sonra, biz gene aynı yerde otururken o zâtı gördük. Kıymetli elbiseleri ve etrâfında hizmetçileri vardı. Biz, hazret-i İmâm'ın bu durumu daha önceden haber verdiğini hatırlayıp, İmâm'ın kerâmeti olduğunu anladık.
Halîfe Me'mûn, İmâm-ı Ali Rızâ hazretlerini çok sever, sık sık onunla görüşürdü. Saraya gelişinde saray görevlileri onu karşılar, hürmet gösterirlerdi. Fakat bu hürmetleri mecbûriyetten idi. Çünkü İmâm hazretlerini sevmiyorlardı. Bir araya gelerek, hazret-i İmâm'ın geldiğinde sarayın perdesini kaldırmamaya ve onu karşılamamağa karar verdiler. Fakat hazret-i İmâm'ın her gelişinde ellerinde olmadan kalkıp, karşılayıp perdeyi de kaldırıyorlardı. Bir gün hazret-i İmâm'ın geldiğinde yine ayağa kalktılar; fakat perdeyi kaldırmakta biraz durakladılar. O anda bir rüzgâr peyda oldu ve perde kalktı. Çıkışında da yine rüzgâr gelip perdeyi kaldırdı.
Bunu gören saray görevlileri; "Allahü teâlânın azîz ettiği kimseyi kimse küçültemez!" diyerek eski âdetlerine devâm ettiler.
İbrâhim ibni Abbâs diyor ki: "İmâm-ı Ali Rızâ öyle büyük âlim idi ki, hangi ilimden olursa olsun, sorulan her meseleye çok güzel cevaplar verirdi. Halîfe Me'mûn, kendisine çok suâl sorar, verdiği cevaplara hayrân kalırdı. Hazret-i İmâm, az uyur, çok namaz kılar ve çok oruç tutardı. Muhtaçları arayıp bulur, onlara yardım ederdi. Bir hasır üzerinde oturur, yatacağı zaman da o hasır üzerinde yatardı. Her işinde Allahü teâlâya karşı tam bir teslimiyet ve tevekkül üzere idi. Yüzüğünün taşında; "Hasbiyallah=Allahü teâlâ bana kâfidir." yazılı idi.
MÜSLÜMANA HİZMET
İmâm-ı Ali Rızâ bir gün hamama gitti. Oturup yıkanırken bir asker geldi ve ona; "Başıma su dök de yıkanayım." dedi. O da, "Peki." deyip askerin başına su dökmeye başladı. Biraz sonra İmâmı tanıyanlardan biri gelip, bu hâli görünce çok üzüldü ve askere; "Ey asker! Senin, kendine hizmet ettirdiğin bu zât, hazret-i Aliyyül Mürtezâ'nın ve hazret-i Fâtımat-üz-Zehrâ'nın torunu İmâm-ı Ali Rızâ hazretleridir. Sen ne yaptığının farkında mısın?" dedi. Asker bunları duyunca, yaptığına pişman olup, Ali Rızâ hazretlerinin ayaklarına kapandı ve; "Aman efendim, niye bana kendinizi tanıtmadınız! Niçin bana hizmet ettiniz! Kusûrumuzu affediniz!" diye özür dileyip ağladı. Özrünü kabûl edip; "Müslümana hizmet etmek sevâb olduğu için senin isteğini kabûl ettim." buyurdu.
1) El-A'lâm; c.5, s.26
2) Vefeyât-ül-A'yân; c.1, s.321, c.3, s.269
3) Târih-i Taberî; c.10, s.251
4) El-Kâmil fi't-Târih; c.6, s.119
5) Nuzhet-ül-Celîs; c.2, s.65
6) El-İber; c.1, s.340
7) Nûr-ül-Ebsâr; s.152
8) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.1059
9) Câmiu Kerâmâti'l-Evliyâ; c.2, s.156
10) Sefînet-ül-Evliyâ (Fârisî); s.26
11) Şezerât-üz-Zeheb; c.2, s.2, 6
12) Hadâik-ül-Verdiyye; s.41
13) Eshâb-ı Kirâm; s.158
14) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.98
15) Supleman; c.2, s.573
İmam Rıza Kimdir?
Adı: Ali (a.s).
Lakapları: Rıza, Sabır, Fazıl, Vefiy, Reziy, Veliy, Zekiy.
Künyesi: Ebu’l-Hasan.
Baba-Ana: Aziz babası İmam Musa b. Cafer (a.s)’dır; abide ve takvalı annesi ise Tüktem, Necme, Tahire ve Selame isimleriyle meşhurdur
Doğumu: Hicretin 148. yılı, Zilkade ayının 11′de Medine’de dünyaya geldi.
Zamanın Halifeleri: Harun Reşit, Emin, Memun-i Abbasi.
İmamet Süresi: Yirmi yıl (183 – 203).
Şahadeti: Hicretin 203. yılı, Sefer ayının sonunda, 55 yaşında iken Memun’un eliyle şahadete erişti.
Mezarı: Nevkan’ın Senabad’ında (Meşhed’in şimdiki mahallelerinden birinde).
Yaşam Dönemi
1) İmametten önceki dönem. Bu dönem 35 yıl sürmüştür (148-183).
2) İmametten sonraki dönem. Bu dönemin 17 yılı Medine’de geçmiştir
3) Horasan’da geçen üç yıllık imamet dönemi.
Bu dönem, İmam (a.s)’ın siyasi yaşamında en hassas dönemdir.
Çocukları
İmam Rıza’nın (a.s), “Cevad” lakabıyla tanınan “Muhammed” isminde sadece bir oğlu vardı; o da Şiilerin 9. İmam’ı olan Muhammed Taki (a.s)’dır. Hazret şehit olunca O, 7 yaşlarında idi.
İmam Rıza (a.s)’ın Hayatı
Masum İmamların sekizincisi olan İmam Rıza (a.s), Hicri 148’de Zilkade ayının 11. günü Medine’de doğdu.[1]
Aziz babası, İmam Musa b. Cafer (a.s)’dır; abide ve takvalı annesi ise Tüktem, Necme, Tahire[2] ve Selame[3] isimleriyle meşhurdur.
İmam Rıza (a.s)’ın mübarek ismi “Ali”, künyesi ise Ebu’l Hasan’dır; Rıza, Sabır, Fazıl[4], Vefiy, Reziy[5], Veliy, Zekiy[6] de O’nun lakaplarındandır.
İmam Rıza (a.s)’ın görkemli dönemi, Hicri 183’ten itibaren başlamıştır. O zamanlar siyasi hükümet Bağdat’ta Harun Raşid’in elinde idi. Bu Abbasi halifesinin hükümet sistemi, diktatörlük esasına dayalıydı. Onun memurları, maliyet (vergi) almak için halka işkence yapıyor,[7] sürekli Fatıma (a.s)’ın evlat ve Şiilerini kılıçtan geçiriyorlardı.[8] Nitekim onların büyüğü olan İmam Musa b. Cafer (a.s)’ı yıllarca Basra ve Bağdat’ta hapsettiler ve sonunda O İmamı zehirleterek şehit ettiler.
Harun Reşit, çılgınca zulüm ve haksızlıklarına ilaveten, yabancıların fikir ve düşüncelerini, özellikle Yunan felsefesini, halkın ilgisini yabancıların ilmine çekmek ve Ehl-i Beyt ailesini ilmi inzivada bırakmak için Müslümanların ilmi havzalarında yayıyordu. Ebubekr-i Harezmi (Ö: 383), Abbasilerin özellikle Harun’un tavırları hakkında Nişabur halkına yazdığı bir mektubunda şöyle yazıyor:
“Harun, nübüvvet ağacını kestiği ve imamet fidanını kökünden kazıdığı bir halde öldü… Hidayet İmamlarından biri ve Mustafa (s.a.a) ailesinin büyüklerinden bir büyük şahsiyet öldüğünde cenazesini teşyi edecek ve kabrini alçı ile düzeltecek bir adam bulunmuyordu. Ama bir palyaço veya maskaracı veya kendilerinden olan bir katil öldüğünde kadı ve hakimler cenazesini teşyi etmeye hazır olur, vali ve yöneticiler onun ağıt toplantısına katılırlardı. Maddeci ve Sofistiler onların ülkesinde emniyet içerisinde yaşıyorlardı, Felsefi ve Manevi (Manevi bir tarikat ismidir) kitaplarını tedris eden kimselere dokunmuyorlardı. Ama Şii olan herkesi katlediyor ve oğlunun adını “Ali” koyanın kanını döküyorlardı.[9]
İmam Rıza (a.s), Müslümanlara hakim olan siyasi ortamı göz önünde bulundurarak işin evvelinde kendi imametini alenen açıklamadı; fakat dostlarıyla ilişkileri vardı. Ama bir kaç yıl geçtikten sonra Harun Raşid’in hükümeti, çeşitli grupların ayaklanmasıyla zayıf bir duruma düştü. İmam Rıza (a.s) bu fırsattan yararlanarak kendi imametini Medine şehrinde aleni etti; itikadî ve içtimaî meselelerde halkın sorunlarını gidermeye başladı. İmam (a.s)’ın kendisi şöyle buyuruyor: “Ben Medine’de idim, bir katıra binip o şehrin sokaklarında dolaşıyordum; o şehrin halkı ve diğer kimseler, ihtiyaçlarını benden istiyorlardı, ben de onların ihtiyaçlarını gidermeğe çalışıyordum… ve mektuplarım şehirlerde geçerliydi.” [10]
Diğer bir sözünde de şöyle buyuruyor:
“Ben ceddim Resulullah (s.a.a)’in hareminde oturuyordum, bir gurup alim de orada dini meseleler hakkında konuşuyorlardı, onlardan biri bir meselede aciz kalınca hepsi bana yöneliyor, sorularını benden soruyorlardı, ben de cevaplarını veriyordum.” [11]
Horasan bölgesinde hükümet aleyhine ayaklananları yatıştırmak için o bölgeye gitmiş olan Harun Raşid, Hicri 193’te Horasan’da ölerek Tus (Meşhed)’un “Senabad” bölgesinde defnedildi.[12]
Harun’un ölümünden sonra hilafet hakkında onun oğulları Emin ve Memun arasında ihtilaf çıktı. Emin Bağdat’ta kudreti ele geçirdi, Memun da Merv’de (Horasan’da) hilafet tahtına oturdu .[13]
Bu iki kardeş arasındaki ihtilaf beş yıl sürdü. Nihayet hicri 198’de Memun’un ordusu Bağdat’a saldırarak Emin’i katlettiler.[14]
Böylece İslami ülkelerin yönetimi Memun’un eline geçti. Ama Harun’un zulümlerinden rahatsız olan Alevi ve seyitler, onun oğullarının hükümetinden de razı değillerdi. Hicaz, Irak ve Yemen bölgelerinde Memun’un hükümeti aleyhine ayaklandılar.[15] Onlar hükümetin, Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’inin eliyle yönetilmesini istiyorlardı.
Memun, onların kıyamını durdurmak ve ehl-i beyt taraftarlarıarasında kendine bir yer edinmek için, onların büyüğü ve önderi olan İmam Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’ı Horasan’a davet etmeyi ve İmam’ın onun teşkilatında görünmesiyle hükümetinin İmam Rıza (a.s) tarafından teyit edildiğini halka ilka etmeği tasarladı.
Bu yüzden Memun, İmam (a.s)’a birçok davet mektupları gönderdi. Ama her defasında İmam’ın olumsuz cevabıyla karşılaştı. Memun durumun böyle olduğunu görünce İmam’ı tehdit etmeye başladı. İmam Rıza (a.s) Memun’un kendisinden el çekmeyeceğini görünce Şiilerin kanlarının dökülmesini önlemek için Hicri 200’de Horasan’a doğru hareket etti.[16]
İmam Rıza (a.s) Medine’den ayrılmadan önce, ceddi Resulullah (s.a.a) ile vedalaşmak için O’nun haremine gitti, Resulullah (s.a.a)’in kabrini bir kaç kez ziyaret etti, her defasında yüksek sesle ağlıyordu.[17] Sonra İmam Cevad (Muhammed Taki) (a.s)’ı yanına alarak tüm vekil ve temsilcilerine O’nun emirlerine uymalarını ve O’na karşı muhalefet etmekten sakınmalarını emretti; aynı zamanda İmam Cevad (a.s)’ın kendi vasisi olduğunu da ashabından güvendiği kişilere açıkladı.[18]
İmam Rıza (a.s)’ın Horasana hareket edeceği yol, Memun’un emri doğrultusunda Basra, Ahvaz ve Fars şehirlerinden geçiyordu; Kufe ve Kum şehirlerinden geçmeleri yasaklanmıştı.[19] Çünkü Memun, İmam Rıza (a.s)’ın o şehirlerden geçerken oradaki ehl-I beyt taraftarlarına kendi durumunu açıklayacağından korkuyordu.
Velhasıl, İmam Rıza (a.s) uzun bir mesafeyi kat ettikten sonra Nişabur’a vardı; o şehrin halkı ve alimleri tarafından sıcak bir şekilde karşılandı.
Maliki mezhebinden olan bir muhaddis ve fakih olan İbn-i Sabbağ (Ö: 855) şöyle yazıyor: Ebu Zer’a-yi Razi ve Muhammed b. Eslem-i Tusi, hadis, rivayet ve dirayet ehli olan pek çok alimlerle birlikte Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’ın huzuruna varıp şöyle dediler:
“Ey şanı yüce seyyid, ey İmamların evladı, pâk olan babalarının ve kadri yüce dedelerinin hakkı hürmetine, mübarek yüzünü bize göster ve babalarının ceddin Resulullah (s.a.a.)’den duyarak naklettikleri bir hadisi bize rivayet et; biz de seni onunla analım.”
İmam (a.s.) katırını durdurdu ve hizmetçilerine, gölgeliği tahtırevandan bir kenara itmelerini emretti. Böylece İmam (a.s.), mübarek cemaliyle orada bulunanların gözlerini aydınlattı, halk durup İmam (a.s.)’a bakıyor, bazıları feryat ediyor, bazıları ağlıyor, bazıları da İmam’ın bineğinin ayaklarını öpüyordu; ağlama ve sevinç sesleri birbirine karışmıştı. Nihayet alim ve fakihler halka hitaben yüksek bir sesle şöyle dediler:
“Ey millet! Susun ve size faydası olacak sözü iyice dinleyin, ezberleyin…” Bu esnada İmam Rıza (a.s) şöyle buyurdular:
“Babam Muse’l- Kazım babası Cafer’üs- Sadık’tan, o da babası MUHAMMED Bakır’dan, o da babası Zeyn’ül- Abidin Ali’den, o da babası Kerbela şehidi Hüseyin’den, o da babası Ali b. Ebu Talib’den şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir; Habibim ve gözümün nuru olan Resulullah (s.a.a) bana buyurdular ki; Cebrail bana şöyle dedi: Rabb’ul- izzeti Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor: “La ilahe illellah” kelimesi benim kalemdir, öyleyse kim bu kelimeyi derse, kaleme girmiş olur; kaleme giren kimse de, azabımdan amanda kalır (kurtulur).”
Sonra tekrar gölgeliği tahtırevanın üzerine atıp kendi yoluna devam etti.20]
Ravi diyor ki, katır biraz ilerlediğinde İmam (a.s) yüksek bir sesle bize şöyle buyurdu: “O kelimenin şartlarını gözettiğiniz takdirde ALLAH’ın azabından kurtulursunuz; ben de onun şartlarındanım.” [21]
O önemli olayda, kalem ve hokkaları ile mezkur hadisi yazanların sayısının yirmi bin kişi üzerinde olduğu kaydedilmiştir.[22]
Fazl b. Ruzbehan (Ö: 927) Şafii mezhebi alimlerinden olup İmamet meselesini reddetme hakkında “İbtal-u Nehc’ul- Batıl”[23] kitabını yazmasına rağmen zikrettiğimiz hadis hakkında şöyle demiştir: “O hadis, son derece değerli bir hadis olup senetleri de yüksek derecede sahihtir.”[24]
Sözünün devamında şöyle diyor: “Muhakkiklerin dediğine göre, bu hadis öyle sahih bir senede sahiptir ki, eğer onun senedini (senedinde geçen isimleri), deli ve hasta olan bir adama okurlarsa şifa bulur.”
Yine şöyle ekliyor: “Nuh b. Mensur-i Samani isminde olan “Horasan” şahlarından biri, bu senetleri söz konusu hadisle yazıp onun kabrine bırakmalarını vasiyet etti. Bu hakir ve fakir kul da (kendisini kastediyor), o hadisin senetlerinin, eceli yetişmeyen hastaya okunarak şifa verdiğini denemişim. Hasta olup bu kulun yanına gelenlere o senedi okumuşum, okuduğum gün, o hadisin senedinde yer alan kimselerin yüzsuyu hürmetine şifa bulmuşlardır; bu, benim gibi fakirin tecrübe ettiği şeylerdendir.”[25]
İmam Rıza (a.s), Nişabur ve diğer bir kaç şehri geçtikten sonra, Memun’un bulunduğu başkent Merv’e yetişti ve onun tarafından ihtiramla karşılandı.
Memun, siyasi planlarını uygulamak için geniş çaplı bir faaliyet başlattı. Memun ilk önce şöyle dedi: “Ben hilafetten kenara çekilmeyi ve bu makamı sana vererek sana biat etmeyi düşünüyorum.”
Ama İmam Rıza (a.s) bu öneriyi kabul etmeyerek şöyle buyurdular:
“Eğer bu hilafet seninse ve Allah (c.c) tarafından sana verilmişse, onu kendinden uzaklaştırıp başkalarına vermen câiz değildir. Ama eğer hilafet senin değilse, o zaman da kendi malın olmayan bir şeyi bana vermen câiz ve doğru değildir.” [26]
Memun bu önerisinden vazgeçmedi, bu müzakereler tam iki ay sürdü.[27] Sonunda Memun, hilafet teklifinden vazgeçip veliahtlığı İmam’a önerdi ve tam bir küstahlıkla şöyle dedi: “Allah’a and olsun ki, eğer veliahtlığı da kabul etmezsen seni onu kabul etmeğe mecbur ederim, kabul etmediğin takdirde ise boynunu vurdururum.”[28]
İmam Rıza (a.s), veliahtlık makamını kabul etmekten başka bir çaresinin kalmadığını görünce, bir takım şartlarla onu kabul etmek zorunda kaldı; o şartları şöyle açıkladı:
“Ben veliahtlığı şu şartlarla kabul ediyorum; Devlete ait işlerde emr ve nehy etmeyeceğim, fetva ve hüküm vermeyeceğim, vali tayin etmeyeceğim, kimseyi makamından almayacağım, hükümette olan bir şeyi değiştirmeyeceğim, beni bunların hepsinden muaf kılacaksın.” [29]
İmam Rıza (a.s)’ın bu şartları zikretmesi, Memun’un hükümetinin şer’i bir hükümet olmadığını, “ülkenin hiçbir siyasi işine karışmayacağım” buyurması ise o hükümetin İslami bir yönetimle idare edilmediğini göstermektedir. Velhasıl veliahtlık makamı, hicretin 201. yılının Ramazan ayında resmi bir şekilde ilan edildi ve Memun bu olayı ülkenin her tarafına tebliğ etti,[30] İmam Rıza (a.s)’ın adına para bastırdı, kızı Ümmü Habibe’yi O’na nikahladı ve Abbasilerin alameti olan siyah elbise ve bayrakları yeşile dönüştürdü.[31]
Gerçi bu olay, az da olsa Alevi ve Şiilerin gam ve üzüntüsünü giderdi. Ama Abbasileri öfkelendirip onların daha çok bulunduğu yer olan Bağdat’ı sarstı.[32]
Şunu da hatırlatmamız gerekir ki, İmam Rıza (a.s), Memun’un riyakar hükümetine karşı koyması ve onun kültürel siyasetlerini bozguna uğratması için veliahtlığı kabul etmekle kendi canını ölüm tehlikesinden koruması gerekiyordu. Çünkü Memun, babası Harun gibi o günün İslami ülkesini Yunan vb. ülkelerin küframiz düşünceleriyle doldurmuş ve yabancıların kültürünü yaygınlaştırmaya çalışmıştı; öyle ki ilhadi şüphe ve küframiz fikirler artık dillere düşmüştü.
Kadı Said b. Endülüsi (Ö: 462) şöyle diyor: Hilafet, Abbasilerin yedinci halifesi olan Harun Raşid’in oğlu Memun’un eline geçince, dedesi Mensur’un başlattığı şeyi tamamladı ve Rum sultanları ile ilişkiler kurarak onlardan felsefi kitaplar istedi; onlar da ellerinde olan kitapları Memun’a gönderdiler. Memun da uzman mütercimler bularak o kitapları (Arapça’ya) tercüme etmelerini emretti. Mütercimler de var güçleriyle o kitapları tercüme ettiler. Daha sonra Memun, halkı o kitapları okuyup okutmaya teşvik etti. Memun’un kendisi ise filozoflarla oturup onların münazara ve müzakerelerinden lezzet alıyordu.[33]
Dineveri (Ö: 282) de şöyle diyor: Memun, İklidus’un kitabını Rumlulardan ele geçirip onun tercüme ve izahatının yapılmasını emretti. Memun hilafeti boyunca, edyan ve mektepler arasında münazara meclisleri düzenliyordu.[34]
Memun’un, yabancıların kitaplarını, özellikle Yunan felsefesini Müslümanların arasında yaymaktan maksadı, Ehl-i Beyt ailesine halkın teveccühünü azaltmak ve buna ilaveten Abbasilerin o mübarek ailenin karşısındaki ilmi eksikliklerini örtbas etmek ve Abbasi hükümetinin temellerini gittikçe takviye etmekti.
Ama İmam Rıza (a.s), Ehl-i Beyt ailesinin alimi ve İmamı olarak Abbasi hükümetinin sinsi siyasetine karşı koymuş ve saray alimleriyle çeşitli konularda münazara yaparak dinin hakikatlerini muhafaza etmiştir.
Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor: Memun, İmam Rıza (a.s)’ı halkın gözünden düşürmek ve onlara; İmam Rıza artık dünyaya yönelmiştir demesi için veliahtlık makamını zorla İmama verdi. Bu işin, İmam (a.s)’ın halkın yanında makam ve azametinin daha da artmasına sebep olduğunu görünce, İmam Rıza (a.s)’ı ilmi yönde mağlup etmek ve onu halkın yanında küçük düşürmek için çeşitli şehirlerden İmamla tartışmaları için büyük alimler davet etti.
Ama İmam (a.s)’ın karşısına çıkan her Yahudi, Mesihi, Mecusi, Saibi, Berahimei… ve Müslüman fırkaların alimleri, İmamla tartışınca mağlup olarak geri dönüyorlardı. Bu durumu gören halk; “Allah’a and olsun ki O (İmam Rıza), hilafete Memun’dan daha layıktır.” diyordu.[35]
Arz ettiğimiz gibi İmam Rıza (a.s), veliahtlığı kabul etme şartlarını zikretmek ve kendi zamanının büyük alim ve filozoflarını mağlup etmekle Memun’un uğursuz planlarını etkisiz hale getirdi ve bir kez daha Ehl-i Beyt mektebinin hakkaniyetini herkese ilan etmiş oldu.
Memun, durumun bu açıdan da kendi zararına tamam olduğunu ve Bağdat’taki Abbasiler arasındaki kargaşa ve rahatsızlıkları görünce, başkenti Merv’den Bağdat’a intikal ettirmeyi düşündü. Memun, Abbasi ve Arap emirleri yanında itibar kazanmak için İranlı veziri olan Fazl b. Sehl’i, Serahs şehrinde öldürttü.[36] İmam Rıza (a.s)’ı da Tus’da ortadan kaldırmak için bir meclis düzenledi, o mecliste İmam (a.s)’ı zehirleterek şehit etti.[37] İmam Rıza (a.s)’ın pâk cenazesi, o gurbet diyarda “Nevkan”ın “Senabad” köyüne (şimdiki Meşhed) götürülerek Harun Raşid’in kabrinin kıble tarafında toprağa verildi.[38]
Meşhur görüşe göre, İmam Rıza (a.s), hicretin 203. yılının Sefer ayının sonunda şahadete erişmiştir.[39]
İmam Rıza (a.s)’ın “Cevad” lakabıyla tanınan Muhammedisminde sadece bir oğlu vardı;[40] O da Şiilerin dokuzuncu İmam’ı olan Muhammed Taki (a.s)’dır.
Kaynaklar:
[1] – Bihar, c. 49, s. 9 ve 10. Kafi, c. 1, s. 486. İrşad, c. 2, s. 247.
[2] – Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 1, s. 14.
[3] – El- Mecd-u fi Ensab’it- Talibiyyin, s. 126.
[4] – Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 250.
[5] – Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 50.
[6] – Fusul’ul-Muhimme, s. 244.
[7] – Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 362.
[8] – İkd’ul-Ferid, c. 2, s. 44.
[9] – Resail-i Harezmi, s. 79.
[10] – Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 167.
[11] – Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 107.
[12] – Tarih-i Taberi, c. 8, s. 338, 344, 355.
[13] – a.g.e, c. 8, s. 365.
[14] – a.g.e, c. 8, .478.
[15] – Tarih-i Taberi, c. 8, s. 527. Mekatil’ut-Talibiyyin, s. 422-453.
[16] – Kafi, c. 1, s. 488.
[17] – Uyun-u Ahbar’ür Rıza, c. 2, s. 217.
[18] – İsbat’ul-Vasiyye, s. 224.
[19] – Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 149.
[20] – Fusul’ul-Muhimme, s. 253 ve 254.
[21] – Yenabi’ul-Mevedde, s. 364 ve 385. Emali-yi Saduk, s. 208. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 135.
[22] – Fusul’ul-Muhimme, s. 254.
[23] – Şia alimlerinden olan Kadi Nurullah-i Şuşteri (Ö: 1019) “İhkak’ul-Hak ve İzhak’ul-batıl” kitabını, Fazl bin Ruzbehan’ın kitabının reddinde yazmıştır. Bundan dolayı feci bir şekilde şehit edilmiştir. Bkz. İhkak’ul Hak, s. 159. (Ayetullah Mer’aşi-yi Necefi’nin bu kitaba yazdığı mukaddime.)
[24] – Mihman Name-yi Buhara, s. 342.
[25] – Vesilet’ul-Hadim, s. 217.
[26] – Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 149.
[27] – a.g.e, s. 149.
[28] – a.g.e, s. 140.
[29] – Kafi, c. 1, s. 489. Uyun, c. 2, s. 15. İrşad, c. 2, s. 260.
[30] – Tarih-i Taberi, c. 8, s. 554.
[31] – Vefeyat’ul-A’yan, c. 2, s. 432. Tarih-i İbn-i Esir, c. 4, s. 162.
[32] – Et-Tenbih-u ve’l- İşraf, s. 302.
[33] – Muhtasar-u Tarih’ud- Duvel, s. 136.
[34] – Ahbar’ut- Tival, s. 401.
[35] – Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 239.
[36] – Tarih-i Taberi, c. 8, s. 565.
[37] – Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 243.
[38] – a.g.e, s. 248.
[39] – A’lam’ul-Vera, s. 303. Tarih-i İbn-i Esir, c. 4, s. 178. Nur’ul-Ebsar, s. 160.
[40] – İsbat’ul-Vasiyye, s. 230. Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 92.
İmam Rıza Fazileti ve Siresi
Hilafet ve Vasiliği
İmam Rıza (a.s) da diğer masum İmamlar gibi Resulullah (s.a.a)’in tayini ve açıklaması ile ve babası İmam Musa Kazım (a.s)’ın O’nu halka tanıtması ile imamet makamına atanmıştır. Bu hususta bazı rivayetleri naklediyoruz:
Mahzumî şöyle diyor:
İmam Musa b. Cafer (a.s) bizi yanına çağırtıp; “Sizi ne için çağırdığımı biliyor musunuz?” diye sordu. Biz de; “Hayır, bilmiyoruz” dedik. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdular:“Bu oğlum -İmam Rıza’ya işaret etti- benim vasim ve halifemdir…” [1]
Mansur b. Yunus diyor ki:
Bir gün Musa b. Cafer (a.s)’ın huzuruna gittim; İmam (a.s) bana; “Ya Mansur! Bugün ne yaptığımı biliyor musun?” diye sordu. Ben; “Hayır, bilmiyorum” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Ben bugün oğlum Ali’yi vasim ve kendimden sonra halifem kıldım; O’nun yanına git, bu makamından dolayı O’nu tebrik et ve bunu sana emrettiğimi O’na bildir.”
Mansur diyor ki, İmam Musa b. Cafer (a.s)’ın bu emri doğrultusunda İmam Rıza (a.s)’ın yanına gidip O’nu bu makamından dolayı tebrik ettim ve baban böyle yapmamı bana emretmiştir dedim.[2]
Davud-u Rıkkî şöyle diyor:
İbrahim’in babası İmam Musa Kazım’a;
“Canım sana feda olsun, ben artık yaşlanmışım, senden sonra kimin İmam olacağını bana söyle” dediğimde, İmam (a.s), Ebu’l- Hasan’ir- Rıza (a.s)’a işaret ederek; “Bu benden sonra sizin sahibinizdir.” buyurdular.[3]
Süleyman-i Mervzî de şöyle diyor:
İmam Musa b. Cafer (a.s)’ın yanına vardım; kendisinden sonra Hüccetin (İmam’ın) kim olduğunu sormak istiyordum. Ama İmam (a.s) ben sorumu sormadan şöyle buyurdular:
“Ey Süleyman! Oğlum Ali (Rıza) benim vasim ve benden sonra insanların hüccetidir; O, oğullarımın en üstünüdür. Eğer benden sonra yaşayacak olursan, Şiilerimin ve velayet ehli kimselerin yanında halifemi soracak olurlarsa buna tanıklık et.” [4]
Makam ve Mevkisi
imam rıza
İmam Musa Kazım (a.s) oğullarına şöyle buyuruyordu:
“Bu kardeşiniz (Ali b. Musa er-Rıza), Muhammed Ehl-i Beyt’inin alimidir. Öyleyse O’na dininizle ilgili sorular sorun, dediklerini alın. Babam Cafer b. Muhammed defalarca bana şöyle buyurdular: Şüphesiz Muhammed Ehl-i Beyti’nin alimi senin sulbündedir; keşke ben O’nu görebilseydim; O, Emir’ul Muminin Ali’nin adaşıdır.” [5]
Memun, İmam Rıza (a.s) hakkında şöyle diyordu:
“O, yeryüzü ehlinin en üstünü, en alimi ve en abididir (en çok ibadet edenidir .)”
İmam Musa Kazım (a.s) buyurdular ki:
“Oğlum Ali (İmam Rıza) benim en büyük oğlum, sözümü en çok dinleyen ve emrime en çok itaat edendir; O, benimle “Cefr” ve “Camia” kitabına bakıyor. Peygamber ve Peygamber’in vasisinden başkası o kitaba bakamaz.” [6]
[1] – A’lam’ul-Vera, s. 304.
[2] – Bihar’ul-Envar, c. 49, s. 14.
[3] – a.g.e, c. 49, s. 15.
[4] – a.g.e, c. 49, s. 15.
[5] – A’lam’ul-Vera, s. 315.
[6] – Cefr; Hz. Ali ve diğer İmamlar vasıtasıyla yazılan olay ve vakıaları içermektedir. Camia ise, bütün ilimlerin remzi olan Hz. Ali (a.s)’ın kitabıdır. Her iki kitap, imamet emanetlerindendir. (Bihar, c. 49, s. 20, h. 25.)
İlim ve Bilgisi
İbrahim b. Abbas şöyle diyor:
“Ben İmam Rıza (a.s)’dan bir şey sorulup da O’nun bilmediğini ve o güne kadar da geçmiş tarihi O’ndan daha iyi bilen birini görmedim. Memun her şeyden soru sorarak İmam’ı imtihan ediyordu, ama İmam (a.s) hepsinin cevabını veriyordu. Bütün söz, cevap ve misalleri Kur’an’dan idi. Kur’an’ı üç günde bir hatmediyor ve şöyle buyuruyordu:
“İstesem üç günden daha çabuk Kur’an’ı hatmederim; ama okuduğum her ayet hakkında ve neyin hakkında nazil olduğunu düşünmeden geçmiyorum.” [1]
Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor:
“Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’dan daha alim birini görmedim. Onu gören her alim de benim dediğim gibi demiştir. Memun, bütün din ve mezhep alimlerini toplayarak İmam Rıza (a.s)’la tartışmaları için bir meclis düzenledi. İmam Rıza (a.s) onların hepsini mağlup etti; öyle ki onlar, İmam’ın üstünlüğünü ve kendi acizliklerini itiraf etmekten başka çareleri kalmadı.” [2]
Ebu Salt-ı Herevi şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum:
“Ben Medine’de Ravza-i Mutahhara’da oturuyordum, birçok alimler de birbirleriyle tartışıyorlardı, birisi bir meselede aciz kaldığında hepsi bana yönelirlerdi, meseleyi bana sorurlardı, ben de o meselenin cevabını verirdim.”
Ebu Salt-ı Herevi yine şöyle naklediyor:
Muhammed b. İshak b. Musa b. Cafer babasından, Musa b. Cafer (a.s)’ın çocuklarına şöyle buyurduğunu nakletti:
“Bu kardeşiniz Ali b. Musa er-Rıza, Âl-i Muhammed’in alimidir; öyleyse dininiz hakkında O’ndan soru sorun, size dediği şeyi belleyin. Şüphesiz ben Ebu Cafer b. Muhammed (babam İmam Bakır -a.s-)’den defalarca bana şöyle buyurduğunu gördüm:
“Şüphesiz Âl-i Muhammed’in alimi senin sulbündedir; keşke ben onu görebilmiş olsaydım; O Emir’ul- Muminin Ali’nin adaşıdır.” [3]
Bütün Lisanları Bilmesi
Ebu Salt-i Herevi şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s), halkla kendi lisanlarıyla konuşuyordu. Allah’a and olsun ki insanların en fasihi idi; her lisan ve lügati herkesten daha iyi biliyordu. Bir gün İmam (a.s)’a; “Ey Resulullah’ın oğlu! Senin her dil ve lügati bunca ihtilaflı olmasına rağmen bilmene şaşırıyorum” dediğimde şöyle buyurdular:
“Ey Eba Salt! Ben Allah’ın yaratıklarına olan hüccetiyim, Allah Teala insanların lisan ve lügatlerini bilmeyen bir kimseyi insanlara hüccet kılmaz. Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s)’ın; “Allah Teala fasl’ul- hitap bize verilmiştir” diye buyurmuş olduğu sözü duymamış mısın? Fasl’ul-Hitap (Hitapları ayırt edebilme) lisan ve lügatleri bilmekten başka bir şey midir?” [4]
Cafer b. Ebu Talip evlatlarından olan Süleyman şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’la birlikte bir duvarın kenarında durmuştuk. Bu esnada bir serçe İmam (a.s)’ın önüne gelip ıstırapla ötmeğe başladı. İmam (a.s) bana; “Bu serçenin ne dediğini biliyor musun?” diye sordu.
Ben cevaben; “Allah, resulü ve resulünün oğlu daha iyi biliyorlar” dedim.
İmam (a.s) buyurdular ki: “O serçe şöyle diyor: Bir yılan yuvamdaki yavrumu yemek istiyor.” Öyleyse kalk, şu asayı al eve girerek yılanı öldür!”
Süleyman diyor ki; Asayı alıp eve girdim, bu esnada evde dolaşan bir yılan gördüm ve hemen onu öldürdüm.[5]
[1] – Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 106. A’lam’ul-Vera, s. 314. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2,s. 180. Emali-yi Saduk, s. 525.
[2] – Keşf’ul-Ğumme, c. 3, s. 107. A’lam’ul-Vera, s. 315.
[3] – Bihar’ul-Envar, c. 49, s. 100.
[4] – a.g.e, c. 49, s. 87.
[5] – a.g.e, c. 49, s. 88.
Alçak Gönüllülüğü ve Tevazusu
Yasir-i Hadim şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s) yalnız kaldığında, küçük ve büyük bütün akrabalarını toplayarak onlarla konuşup sohbet ederdi, onlara şefkatli davranırdı. Sofraya oturduğunda, büyük küçük bütün aile fertlerini, hatta hayvana bakan ve hacamat yapanları bile sofrası başına oturtuyordu.”[1]
Bir gün İmam Rıza (a.s) hamama gitti, bir adam İmam’a; “Bana kese sür” dedi. İmam (a.s) da onu keselemeğe başladı. Bu arada başkaları İmam (a.s)’ı o adama tanıttılar; o adam özür dilemeğe başladı. Ama İmam (a.s) onun kalbini hoş ederek ona kese sürüyordu.”[2]
Abdullah b. Cafer, Belh ahalisinden olan bir adamdan şöyle dediğini naklediyor:
İmam Rıza (a.s)’ın Horasan yolculuğunda, O Hazretle birlikte idim. Bir gün sofrasını getirmelerini istedi; sofrayı açtıklarında, hizmetçi ve kölelerini kendisiyle yemek yemeleri için sofranın başına topladı. Bunun üzerine; “Canım sana feda olsun, bunların sofrasını ayırırsanız daha iyi olur” dedim.
İmam (a.s) benim bu sözümü duyunca şöyle buyurdular:
Sus, herkesin Rabbi birdir, anne babası birdir; mükafat ve ceza da amellere göredir.” [3]
Muaşeret Adabı
İbrahim b. Abbas şöyle diyor:
Ben İmam Rıza (a.s)’ın, herhangi bir kelimeyle birisini incittiğini ve bir adamın sözünü yarıda kestiğini kesinlikle görmedim. İmam Rıza (a.s) hiçbir kimseyi, gücü dahilinde olduğu ihtiyaçları karşılamaksızın geri çevirmezdi, ayaklarını kimsenin önünde uzatmazdı, onun karşısında bir yastığa dayanmadı. Onun hizmetçi ve kölelerden birine sövdüğünü ve birisi yanında tükürdüğünü kesinlikle görmedim. Kahkahayla güldüğü görülmezdi, gülmesi tebessüm idi.”[4]
Nadir Hadim şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s), bizden herhangi birimiz yemek yediğinde, yemeğimizi bitirmedikçe bizi hizmete almazdı (bize bir iş yaptırmazdı).”[5]
Zikir ve İbadeti
Meşhur şair olan Di’bil’in kardeşi İsmail b. Ali şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) Di’bil’e yünlü kumaştan bir gömlek hediye ederek şöyle buyurdu:
“Bu gömleği koru (onun kadrini bil); ben bin gece ve her gece bin rekat namaz onda kıldım ve Kur’ân’ı bin defa o gömlekte (onu giydiğim halde) hatmettim.”[6]
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) seferde ve vatanda gece namazını, şef’ namazını, vitr namazını ve iki rekat da sabah namazının nafilesini terk etmiyordu.”[7]
Reca b. Ebi Zahhak şöyle diyor:
“Allah’a and olsun ki, İmam Rıza (a.s)’dan daha takvalı, bütün vakitlerinde Allah’ı O’ndan daha çok anan ve Allah’dan O’nun kadar çok korkan bir kimseyi görmedim.”[8]
İbrahim b. Abbas şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s), geceleri az yatardı, çoğu geceleri sabaha kadar ibadet ve zikirle geçirirdi, çok oruç tutardı, her ay üç gün oruç tutmayı kaçırmazdı ve “Her Ay üç gün oruç tutmak, (sevap açısından) bütün günleri oruç tutmak gibidir” buyuruyordu.
İmam Rıza (a.s), gizlide çok iyilik yapar ve sadaka verirdi; bunların çoğunu karanlık gecelerde yapıyordu. Fazilette onun gibi birisini gördüğünü iddia eden kimsenin sözüne inanmayın.”[9]
[1] – a.g.e, c. 49, s. 99. Menakıb-ı Şehraşub, c. 4, s. 362.
[2] – a.g.e, c. 49, s. 101. Menakıb, c. 8, s. 230.
[3] – Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 159.
[4] – a.g.e, s. 184. A’lam’ul-Vera, s. 314.
[5] – Kafi, c. 6, s. 298; Uyun, c. 2, s. 197, h. 7; Bihar, c. 49, s. 90, h. 4
[6] – Bihar, c. 83, s. 222, h. 7.
[7] – Bihar, c. 49, s. 94.
[8] – Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 180.
[9] – a.g.e, s. 184. A’lam’ul-Vera, s. 314.
Abdusselam b. Hirevi (el-Heratî) şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s)’ın Serahs’da hapsedildiği evin kapısına giderek hapishane bekçisinden İmam’la görüşmek için izin istedim. Bekçi cevaben: “Senin ona ulaşmana bir yol yoktur” dedi. “Neden?” dediğimde şöyle dedi: “Çünkü O birçok zaman, bir günde (gecesi de dahil olmak üzere) bin rekat namaz kılmaktadır…”[1]
İmam Rıza (a.s)’ı Medine’den Horasan’a götürmekle görevli olan Memun’un memurlarının komutanı Reca b. Ebî Zehhak, İmam Rıza (a.s)’ın yolculuk esnasındaki gece gündüz yaptığı ibadetlerini anlatırken şöyle diyor:
“İmam Rıza (a.s) geceyi sabahladığında sabah namazını kılıyordu ve namazın selamını verdikten sonra namaz kıldığı yerde oturup güneş doğuncaya dek tespih, hamd, tekbir ve tehlil zikirleri ve Peygamber (s.a.a)’e salavat göndermekle meşgul oluyordu…”[2]
Cömertlik ve Bağışı
Uzun boylu garip bir adam İmam Rıza (a.s)’ın yanına gelerek şöyle dedi:
“Ey Resulullah’ın oğlu, selam’un aleykum. Ben sizi, babanızı ve ceddinizi sevenlerdenim, hacdan dönmüşüm, yol param tükenmiş, beni vatana ulaştıracak bir şeyim kalmamıştır. Eğer mümkünse beni vatana ulaştıracak bir şey lütfederseniz minnettar olurum. Şehrime ulaştığımda bana verdiğiniz malın karşılığını sizden taraf yoksullara sadaka veririm; çünkü ben fakir birisi değilim. İmam (a.s); “Allah sana rahmet etsin, otur.” buyurdu…
imam rıza
Daha sonra kalkıp bir odaya girdi, kapının üst tarafından elini uzatarak Horasanlı adama; “Bu iki yüz dinarı al, kendine yol azığı et, onunla teberrük et ve benden taraf da onun karşılığını sadaka vermen gerekmez…” diye buyurdular.
Horasanlı adam parayı alıp gittiğinde İmam (a.s) o odadan çıkıp geldi. İmam (a.s)’a; “Neden para alınca sizi görmemesi için böyle davrandınız? dediklerinde şöyle buyurdular;
“Onun ihtiyacını karşıladığımdan dolayı, utanması ve eziklik hissetmesinden korktum…” [3]
İbn-i Şehraşub Menakıb kitabında şöyle nakletmiştir:
İmam Rıza (a.s), Horasan’da bir Arefe günü bütün malını yoksullara bağışladı. Fazl b. Sehl; “Bu garamet (büyük zarar) değil midir?” dediğinde şöyle buyurdular:
“Hayır, bu ganimettir (bir yatırımdır); kendisiyle mükafat ve keramet aradığın bir şeyi sakın garamet sayma.” [4]
İmam Rıza (a.s) yemek istedi, yemek geldiğinde bir tepsi getirerek sofrasının yanına koyup yiyeceği yemeklerin en güzelini alıp onun içerisine bıraktı; sonra onun fakirlere verilmesini emretti. Daha sonra; “Fela iktehame’l- akabe” ayetini okuyup şöyle buyurdular: “Allah Teala biliyor ki, her insan bir köle azat etmeğe kadir değildir; işte bundan dolayı (yoksullara yemek vermekle) cennete ulaşabilmeleri için onlara bir yol karar kılmıştır.” [5]
İbrahim b. Abbas diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) gizlide çok ihsanda bulunur ve sadaka verirdi. Bu amelleri daha çok karanlık gecelerde yapardı. Kim, fazilette onun mislini gördüğünü zannederse, onu tasdik etmeyin.”[6]
[1] – Uyun, c. 2, s. 197, h. 6.
[2] – Bihar, C. 49, S. 92.
[3] – a.g.e, c. 49,s. 101.h.19. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s. 360.
[4]- İhkak’ul-Hak, c. 12,s. 356. Müntehe’l- A’ mal, c. 2, s. 467.
[5] – Bihar, c. 49, s. 97, h.11.
[6] – Bihar, c. 49, s. 91.
Misafiri Ağırlaması
Abdullah-i Bağdadi bazılarından şöyle naklediyor:
Bir gün İmam Rıza (a.s)’a bir misafir geldi. İmam (a.s) bir gece onunla konuştuğu esnada lamba bozuldu, misafir olan adam elini uzatıp onu düzeltmek istedi, fakat İmam (a.s) onu bırakmayarak kendisi onu düzeltti. Daha sonra şöyle buyurdu:
“Biz, misafirlerimizi hizmete almayan bir kavimiz.” [1]
İşçinin Ücretine Dair Tavsiyesi
İmam Rıza (a.s)’ın dostlarından olan Süleyman-i Caferi şöyle diyor:
Bazı işler için İmam Rıza (a.s)’la birlikte idim, işim bittiğinde evime dönmek istedim. Ama İmam (a.s); “Bu gece bizim yanımızda kal” buyurdular.
Ben de İmam’la birlikte O’nun evine gittim. İmam (a.s), hizmetçileriyle birlikte yabancı birisinin de bina yapımında çalıştığını görünce; “Bu kimdir?” diye sordu.
Hizmetçileri; “Bize yardım ediyor, ona ücret olarak bir şey vereceğiz.” dediler.
İmam (a.s): “Ücretini tayin etmiş misiniz?” diye sordu.
Hizmetçiler: “Hayır, tayin etmemişiz; her ne verirsek kabul eder.” dediler.
İmam (a.s) bu durumdan çok rahatsız olup sinirlendi. Ben İmamın bu durumunu görünce; “Canım sana feda olsun, rahatsız olma.” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Ben defalarca onlara demişim ki, bir kimsenin ücretini tayin etmeden onu çalışması için getirmeyin. Şunu bil ki, bir kimse ücreti tayin edilmeden işlerse, ücretinden üç kat fazlasını da versen, yine ücretinin az verildiğini zanneder. Ama eğer anlaştığın ücretten fazla ona bir şey bağışlamış olur isen, her ne kadar az da olsa sana teşekkür eder.” [2]
İsrafa Karşı Çıkışı
İmam Rıza (a.s)’ın hizmetçisi Yasir şöyle diyor:
Bir gün İmam (a.s), çocukların elma yiyip onu iyice bitirmeden attıklarını görünce şöyle buyurdular: “Subhanellah! Eğer sizin ihtiyacınız yoksa, bazı kimselerin buna ihtiyacı vardır; öyleyse onu ihtiyacı olan kimselere verin.” [3]
Abdestte Yardımdan Sakınması
Hassan-ı Veşşa şöyle naklediyor:
Bir gün İmam Rıza (a.s)’ın yanına vardım, Hazretin önünde bir ibrik vardı, onunla abdest almak istiyordu, yanına yaklaşarak eline su dökmek istedim, fakat İmam bu işten sakınarak; “Ya Hasan! Bu işten vazgeç.” diye buyurdular.
Ben; “Neden eline su dökmekten beni nehy ediyorsun; benim sevap kazanmamdan mı hoşlanmıyorsun?” dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Sen sevap kazanıyorsun, oysa ben günah işlemiş oluyorum.”
Neden böyle olur? dediğimde de şöyle buyurdular:
“Allah Teala’nın şu sözünü duymamış mısın?:
“Kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa, iyi amel yapmalıdır ve Rabbinin ibadetine kimseyi ortak koşmamalıdır.”
Ben şimdi namaz için abdest alıyorum, namaz da ibadettir; öyleyse onda bir kimsenin benimle ortak olmasını sevmem.” [4]
Zühdü
İbn-i Şehraşub diyor ki:
“Süfyan-i Sevrî İmam Rıza (a.s)’ın yünlü bir kumaş giydiğini görünce: “Ey Resulullah’ın evladı! Bundan daha düşük bir elbise giyseydiniz daha iyi olurdu” dediğinde İmam (a.s): “Elini getir” diye buyurdu.
Sonra onun elini, elbisesinin yenine (kol ağzına) sokarak iç elbisesinin nasıl olduğunu ona bildirmek istedi. Böylece Süfyan-i Sevri, İmam (a.s)’ın iç elbisesinin telisten (yumuşak olmayan sert bir elbiseden) olduğunu görüp anlamış oldu. Sonra İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Ey Süfyan! Yünlü kumaş, halk içindir; telis (bu sert elbise) ise, Hak (Allah) içindir.”[5]
[1] – a.g.e, c. 49, s. 102. Kafi, c. 6, s. 283.
[2] – a.g.e, c. 49, s. 106. Kafi, c. 5, s. 288.
[3] – a.g.e, c. 49, s. 102, H.21.
[4] – a.g.e, c. 49, s. 104, H.30.
[5] – Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s. 360.
Namaz Misvakı
İmam Rıza (a.s)’ın içerisinde beş misvak bulunan bir çantası vardı. Onlardan her birinin üzerine beş namazdan birinin ismi yazılmıştı. Her namaz vakti, o namaz için tahsis edilen misvakla dişlerini misvaklıyordu.”[1]
Misk ve Gül Suyu Kullanması
Sûlî diyor ki:
Büyük annemden İmam Rıza (a.s)’la ilgili soru sorduklarında şöyle diyordu:
“Ondan bir şey hatırlamıyorum. Sadece Hindistan uduyla (bir çeşit koku) tütsülendiğini ve daha sonra misk ve gül suyu kullandığını görüyordum.”[2]
Hacamat Ettirmesi
Ensarî diyor ki:
“İmam Rıza (a.s)’ın kanı bazen taşkınlık ettiğinde (tansiyonu yükseldiğinde) gece yarısı hacamat ettiriyordu (iki omuzu arasından kan aldırıyordu).”[3]
Yüzüğünün Nakşı
Yunus b. Abdurrahman diyor ki:
“İmam Rıza (a.s)’dan kendi yüzüğüyle babasının yüzünün nakşı hakkında sordum. Buyurdular ki:
“Yüzüğümün kaşının nakşı (yazısı) şudur:
“Mâşâallah, lâ kuvvete illa billah” (Allah’ın istediği olur; bütün güçler Allah’tandır.) Babamın yüzüğünün nakşı (yazısı) ise şu idi:
“Hasbiyellah” (Allah bana yeter.) O, (mektupları) onunla mühürlediğim yüzüktür.”[4]
Üzümü Sevmesi
Muhammed b. Cehm diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) (meyveler içerisinde) üzümü çok severdi.”[5]
Bir Şey Yazarken Allah’ın Adını Anması
Hasan b. Şu’be el-Harranî diyor ki:
“İmam Rıza (a.s), ihtiyaçlarını not etmek istediğinde şöyle yazıyordu: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; hatırlarım inşaAllah.”
Daha sonra istediği şeyi yazardı.”[6]
Oğluna Karşı Davranışı
İmam Rıza (a.s)’ın katibi Ebu’l- Hüseyin b. Muhammed diyor ki:
İmam Rıza (a.s), oğlu Muhammed Takî (a.s)’ı künyesiyle anar ve şöyle buyururdu:
“Ebu Muhammed bana yazdı.”
Oysa o Medine’de henüz çocuktu ama bununla birlikte saygıyla onu yad eder ve mektuplarının cevabını çok fasih ve güzel bir şekilde verirdi.”[7]
Namazı İlk Vakitte Kılması ve Halkın İşlerine Yetişmesi
Sûlî diyor ki:
(Bir müddet İmam Rıza (a.s)’a hizmet etme iftiharına nail olan) büyük annem bana şöyle dedi:
“İmam Rıza (a.s), sabah namazını ilk vaktinde kıldıktan sonra secdeye kapanıp güneş yükselinceye dek başını secdeden kaldırmazdı. Daha sonra kalkıp halk için oturuyordu (onların işleriyle ilgilenip ihtiyaçlarını gideriyordu) ve (daha sonra) bineğine binerek işinin peşine gidiyordu.”[8]
Memun’a Nasihat Etmesi
Şeyh Mufid (r.a) diyor ki:
“İmam Rıza (a.s), Memun’la baş başa kaldığında ona öğüt veriyor, onu Allah’tan sakındırıyor ve yaptığı çirkin işlerinden dolayı onu kınıyordu. Memun ise bu tavsiye ve nasihatleri İmamdan kabul ettiğini izhâr ediyor ama bu sözlerin kendisine ağır geldiğini ve bu çeşit nasihatlerden hoşlanmadığını açığa vurmuyordu.”[9]
Hizmetçisine Şefkati
İmam Rıza (a.s)’ın hizmetçisi Nadır şöyle diyor:
“Ebu’l- Hasan’ir- Rıza (a.s), cevizli helvayı dürüm yaparak bana veriyordu.”[10]
Sofra Başında Hizmetçiye Karşı Davranışı
İmam (a.s)’ın Hizmetçisi Nadır diyor ki:
“İmam Rıza (a.s), hizmetçilerden biri yemek yediğinde, yemekten kalkmadıkça ona bir iş yaptırmazdı.”[11]
[1] – Mekarim’ul-Ahlak, s. 50.
[2] – Mekarim’ul-Ahlak, s. 40.
[3] – Mekarim’ul-Ahlak, s. 73.
[4] – Vesail’uş- Şia, c. 3, s. 410, h. 3.
[5] – Bihar’ul-Envar, c. 49, s. 308.
[6] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 923, h. 12.
[7] – Uyun, c. 2, s.266, h. 1.
[8] – Bihar, c. 49, s. 90, h. 2.
[9] – Bihar, c. 49, s. 308, h. 18.
[10] – Mehasin-i Berkî, c. 2, s. 200, h. 1584.
[11] – Kâfî, c. 6, s. 298, h. 11.
Cenazeyi Teşyi Etmesi
Musa b. Seyyar şöyle diyor:
Ben İmam Rıza (a.s) ile birlikte idim, Tus şehrinin duvarlarına yaklaşmıştık, bir ağlama sesini duyduk, o sesin peşice gittik, derken bir cenazeyle karşılaştık, gözüm cenazeye iliştiğinde İmam (a.s)’ın atından indiğini gördüm. Sonra cenazeye doğru gelip onu kaldırdı, kuzu kendisini annesine yapıştırdığı gibi İmam (a.s) da kendisini ona yapıştırıyordu. Daha sonra bana yönelerek şöyle buyurdular:
“Ey Musa b. Seyyar! Kim bizim dostlarımızdan birini teşyi ederse, annesinden doğduğu gün gibi günahtan dışarı çıkmış olur; öyle ki asla bir günahı kalmaz.”
Musa b. Seyyar şöyle ekliyor:
Cenazeyi kabrin kenarına bıraktıklarında mevlam İmam Rıza’yı cenazenin tarafına gidip halkı bir kenara ittiğini, cenazeye yaklaşıp elini onun göğsüne bırakarak şöyle dediğini gördüm:
“Ey filan oğlu filan! Seni cennetle müjdeliyorum, bu saatten sonra artık sana bir korku yoktur.”
Ben İmam’a; “Canım sana feda oldun, sen bu adamı tanıyor musun? Halbuki sen, Allah’a and olsun ki bugüne kadar bu bölgeye asla gelmemişsin!”
İmam (a.s) cevaben buyurdular ki:
“Ey Musa b. Cafer! Müminlerin amellerinin her gün sabah ve akşam biz İmamlara sunulduğunu bilmiyor musun? Eğer onların amellerinde bir kusur olursa, Allah Teala’dan onun affedilmesini isteriz; ama eğer onların işlerinde bir yücelik görürsek, Allah Teala’dan onlar için mükafat dileriz.” [1]
Din Alimleriyle Münazarası
Şia’nın büyük alimlerinden olup 1000 yıl önce yaşayan Şeyh Saduk (r.a), rivayetin metnindeki senetle Hasan b. Muhammed en- Nevfilî’den şöyle naklediyor:
Memun, Fazl b. Sehl’e; “Caslik”[2], “Re’s’ul- Calut”[3], “Rüus’us- Saibin”[4], “Horbuz’ul- Ekber”[5], “Nestas-i Rumi”[6] gibi çeşitli mezhep ve din alimlerini bir araya toplamasını emretti. Fazl b. Sehl de onları bir araya topladı. Sonra onların toplandığını Memun’a bildirdi. Memun da onları yanına getirmesini emretti. Onlar Memun’un yanına gelince, Memun onlara hoş geldiniz diyerek sözlerine şöyle başladı:
“Ben sizi hayır bir şey için toplamışım, amcam oğluyla münazara yapmanızı istiyorum. Sabah olunca hepiniz yanıma gelin, kimse gelmekten çekinmesin.”
Onlar da; “Ey müminlerin emiri! Başımız üstüne, yarın erken sizin yanınıza geleceğiz inşaallah.” dediler.
Hasan b. Muhammed en-Nevfilî şöyle ekliyor:
Biz İmam Rıza (a.s)’ın yanında oturup konuşuyorduk. İmam’ın işleriyle ilgilenen Yasir yanımıza gelerek şöyle dedi: “Ey efendim! Müminlerin Emiri size selam iletip şöyle dedi: ‘Kardeşin sana feda olsun, çeşitli din ve milletlerin büyükleri benim yanımda toplanmıştır, eğer onların sözlerini duymak istiyorsan, yarın erken bizim yanımıza gel; eğer gelmek istemiyorsan zorlanma, istediğin takdirde biz senin yanına geliriz.”
İmam Rıza (a.s) cevaben Yasir’e şöyle dedi:
“Benim selamımı ona ilet ve ona de ki; maksadını anladım, ben yarın erken sizin yanınıza geleceğim inşaallah Teala.”
Nevfilî diyor ki; Yasir gittiğinde İmam Rıza (a.s) bana buyurdular ki:
“Ey Nevfilî! Sen Iraklısın, Iraklılar zeki olur, Memun’un çeşitli din ve akait alimlerini bir araya toplaması hakkında görüşün nedir?”
Ben cevaben; “Canım sana feda olsun, sizi imtihan etmek ve ilminizin seviyesini öğrenmek istiyor.” dedim…
İmam (a.s): “Acaba onların benim delilimi batıl etmelerinden mi korkuyorsun?”
Nevfilî: “Hayır, Allah’a and olsun ki asla bundan korkum yoktur, senin onlara galip olmanı ümit ediyorum.”
İmam (a.s): “Ey Nevfili! Memun’un ne zaman pişman olacağını bilmek istiyor musun?”
Nevfili: “Evet.”
İmam (a.s): “Ben Tevrat ehli ile Tevratlarıyla, İncil ehli ile İncilleriyle, Zebur ehli ile Zeburlarıyla, Saibiler ile kendi İbrani dilleriyle, Horbuzanla Farsça dili ile, Rumlularla kendi dilleri ile, Makalat Ashabıyla kendi lügatleriyle istidlal edip onları mahkum ederek delillerini çürüttüğümde ve kendi inançlarından vazgeçip benim sözüme uydukları zaman, Memun bu işinden pişman olup oturduğu makamın onun hakkı olmadığı anlayacaktır…”
[1] – a.g.e, c. 49, s. 98.
[2] – Hıristiyan oskofların reisi.
[3] – Yahudi alimlerin reisi.
[4] – Melek veya yıldıza tapanların, ya da Hz. Yahya’nın dinine mensup olanların büyükleri.
[5] – Ateşe tapanların kadısı.
[6] – Rumlu tabip) ve mütekellimler (akait ilminde üstat olanlar.
Sabah olunca İmam (a.s) onların bulunduğu yere gitti… Memun İmam’a iltifat edip saygı gösterdi. Daha sonra Caslik’e dönerek onun İmamla tartışmasını istedi. Caslik şöyle dedi: Ey müminlerin Emiri! Benim kabul etmediğim bir kitap ve inanmadığım bir peygamberle ihticaç edecek olan bir kimseyle ben nasıl tartışa bilirim?”
İmam Rıza (a.s); “Ey Hıristiyanlı! Eğer İncilinle senin aleyhinde delil getirsem, kabul edecek misin?” diye sordu.
Caslik; “Evet, istemesem de kabul edeceğim; İncil’in dediğini hiç inkar edebilir miyim?”
Sora İmam (a.s) onunla İncil ile, Res’ul-Calut’la Tevrat ile, Zebur ehli ile Zebur’la İslam Peygamberinin hak olduğunu geniş delillerle ispatladı, onlar da İmam’ın sözünü teyit ettiler. Başkalarıyla da tartıştı, onları da güçlü delillerle susturmaya mecbur kıldı. Daha sonra şöyle buyurdular:
“Ey cemaat! Eğer sizin aranızda muhalif olup da sorusu olan varsa, sorusunu utanmadan ve çekinmeden sorsun!”
Bu esnada Kelam ilminde eşi olmayan İmran-i Sabi şöyle dedi:
“Ey alimler! Eğer Onun kendisi beni sora sormaya davet etmeseydi soru sormayacaktım. Çünkü ben Kufe, Basra, Şam ve Cizre’ye gidip o bölgelerin alimleriyle konuşup tartışmışım; ama kimse Allah’ın vahdaniyetini bana ispatlayamamıştır…”
İmam (a.s), Allah’ın birliğini ispatlayıcı delilleri detaylı bir şekilde onun için beyan ettiğinde, İmran, İmam’ın delilleriyle ikna olup şöyle dedi:
“Ey efendim, dediklerini anlayıp kanaat getirdim, şehadet ederim ki Allah Teala, senin vasf ettiğin şekildedir; hidayet ve hak bir dinle peygamberliğe seçilmiş olan Muhammed de O’nun kuludur.”
İmran daha sonra kıbleye yönelerek secdeye kapandı ve müslüman oldu. Mütekellimler İmran-i Sabi’nin sözünü duyunca artık bir şey soramadılar. Bu tartışmadan sonra Memun kalkıp İmam (a.s)’la birlikte evin içine gittiler, halk da dağıldı.”[1]
Bayram Namazı Kıldırışı
Hicri 202 (M: 818.) yılının Ramazan veya kurban bayramlarının birinde Memun, İmam Rıza (a.s)’dan halka bayram namazını kıldırmasını istedi. İmam (a.s) özür dilemesine rağmen Memun isteğinden vazgeçmedi. Nihayet İmam (a.s) Memun’un ısrarını ve bu işten vazgeçmeyeceğini görünce şöyle buyurdular:
“Eğer ben bayram namazı kıldıracak olursam, ceddim Resulullah (s.a.a) ve Emir’ul- Muminin Ali (a.s) gibi namaz kıldırmak için dışarı çıkacağım.”
Memun İmam (a.s)’ın bu sözünü kabul edip; “İstediğin şekilde namaz için dışarı çıkabilirsin” dedi. Memun komutanlarına, hizmetçilerine ve diğer insanlara bayram günü İmam Rıza’nın evinin önünde hazır olmalarını emretti.
Bayram gününün sabahı, güneş doğmadan önce cadde ve sokaklar İmam Rıza’nın nasıl bayram kıldıracağını merak eden insanlarla dolup taşmıştı, hatta kadın ve çocuklar bile oraya gelmişlerdi. Hepsi İmam Rıza (a.s)’ın dışarı çıkmasını bekliyorlardı.
Komutanlar da ordularıyla birlikte, atlarına bindikleri bir halde İmam (a.s)’ın evinin önünde durmuşlardı.
İmam Rıza (a.s) bayram guslü yapıp beyaz bir gömlek giydiler, pamuktan örülen beyaz bir imameyi başına bırakıp imamenin bir ucunu göğüslerine, öbür ucunu ise arkalarına sarktılar; kendilerine bir miktar koku sürüp eline bir asa alarak yanındakilere; “Ben nasıl yaparsam siz de öyle yapın.” buyurdular. Daha sonra şalvar ve elbisesinin eteğini çemremiş bir halde ayak yalın yola çıkıp hareket etmeğe başladılar. Biraz yürüdükten sonra durup göğe bakarak; “Allah-u Ekber!” diye tekbir getirdiler. Tekbir sesini duyan herkes bir ağızdan tekbir getirdi…
Memun’un komutan ve adamları, İmam (a.s)’ı bu halde görünce, onlar da bineklerinden aşağı inerek ayakkabılarını ayaklarından çıkarıp yalın ayakla yürümeğe başladılar.
İmam (a.s) bir müddet namazgaha doğru yürüdükten sonra, tekrar tekbir getiriyorlardı. Her yandan gelip toplanan halk da bir ağızdan tekbir getiriyordu. Herkes ağlamaktaydı; heyecan içindeydi. Adeta bütün şehir İmam (a.s)’la beraber yürümekte ve tekbir getirmekteydi.
Fazl b. Sehl durumu böyle görünce, Memun’un yanına vararak halkın bu durumunu ona anlatarak şöyle dedi: “Eğer durum böyle devam ederse, ne olacağı bilinmez!”
Memun bir adamı İmam’ın yanına göndererek; “Size zahmet verdik, siz geri dönün” diye ricada bulundu. İmam (a.s) da ayakkabılarını isteyip onları giyerek evine döndü.[2]
Halk da böylece Memun’un, İmam (a.s) hakkındaki söylediği sözlerin yalan ve gösteriş için olduğunu ve kendi siyasi hedeflerine ulaşmaktan başka bir hedefi olmadığını anlamış oldu.
[1] – Bihar, c. 49, s. 173, h. 12. Bu rivayet çok uzun olduğundan dolayı biz onu özet olarak aktardık.
[2] – İrşad-ı Mufid, s. 213-214. Uyun, c. 2, s. 148-149.
İleri Görüşlülüğü
Muhammed b. Sinan şöyle diyor:
Harun’nun hilafeti döneminde İmam Rıza (a.s)’a; “Siz kendinizi imametlik hususunda meşhur edip babanızın yerinde oturmuşsunuz; oysa Harun’nun kılıcından kan damlıyor!”
İmam (a.s) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular:
“Beni bu işe pervasız eden Resulullah (s.a.a)’in; “Eğer Ebu Cehl benim başımdan bir kıl azaltırsa ben peygamber değilim.” şeklindeki buyurmuş olduğu sözdür. Ben de şöyle diyorum: Eğer Harun benim başımdan bir kıl eksiltirse, şahit olun ki ben İmam değilim!” [1]
Durum İmam Rıza (a.s)’ın buyurmuş olduğu gibi oldu. Harun İmam’a bir tehlike yöneltmeğe kesinlikle fırsat bulamadı. Harun İran’ın doğusunda vuku bulan kargaşalardan dolayı, ordusuyla Horasan’a gitmeğe mecbur oldu, nihayet Hicri 193’te Tus’da ölerek, İslam ve müslümanlar onun meş’um vücudundan güvende kalmış oldular.
Safvan b. Yahya şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) babasının vefatından sonra öyle sözler buyurdular ki, biz Hazretin canından korktuğumuzdan O’na şöyle dedik: “Büyük bir sözü aşikar ettiniz, biz bu tağuttan (Harun’dan) sizin canınız için korkuyoruz.”
İmam (a.s) bizim bu sözümüze karşılık şöyle buyurdular:
“O (Harun), her ne kadar çaba sarf etse de, bana ulaşacak bir yolu yoktur.” [2]
Rıza Adlandırılmasının Sebebi
Muhammed b. Nasr-i Bezenti şöyle diyor:
Ben İmam Muhammed Taki (a.s)’a; “Muhalifleriniz, babanız İmam Aliyy’ur- Rıza’ya, veliahtlığı kabul ettiğinden dolayı “Rıza” lakabını Memun ona verdi diyorlar” dedim.
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Allah’a and olsun ki yalan söylüyorlar, gerçek yoldan sapıyorlar. O lakabı Allah Teala ona vermiştir; çünkü O, gökte Allah’ın sevdiği, yerde Resulullah’ın ve Ondan sonra da masum İmamların razı oldukları kişidir.”
Arz ettim: “Peki, geçmiş atalarınız Allah’ın sevgilileri, resulünün ve İmamların razı oldukları kişiler değil miydi; neden yalnız babanız “Rıza” diye anılıyor?
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Dost ve taraftarları ondan razı oldukları gibi muhalif ve düşmanları da O’ndan razı oldular; bu rızalık, atalarından hiçbirine nasip olmadı. İşte bundan dolayı babam “Rıza” diye anılmış oldu.” [3]
Dualarının İcabete Erişmesi
Muhammed b. Fuzayl şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s) Arafat’ta durup dua ediyordu, daha sonra başını aşağı salıverdi. Neden böyle yaptınız? dediklerinde şöyle buyurdular:
“Ben, Bermek ailesi aleyhinde, babama yaptıkları zulümden dolayı beddua ettim, Allah Teala da işte bugün benim onların hakkındaki duamı kabul etti.”
İmam (a.s)’ın eve dönmesinden uzun bir zaman geçmeksizin Harun, Bermeki ailesinden olan Cafer ve Yahya’yı yakalatıp onları cezalandırdı ve ailelerinin durumu tamamıyla değişip zelil bir duruma düştüler.[4]
Müfessir olan Muhammed b. Kasım İmam Hasan Askeri (a.s)’dan şöyle naklediyor:
“Memun, Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’ı kendine veliaht ettiğinde, bir müddet yağmur yağmadı. Bundan dolayı Memun’un etrafında bulunan ve İmam Rıza (a.s)’ın muhaliflerinden bazıları şöyle dediler: “Ali b. Musa er-Rıza bu bölgeye geldiğinden beri gökten yağmur yağmamıştır; Allah Teala yağmurunu esirgemiştir.”
Bu haber Memun’a yetişince rahatsız olup İmam Rıza (a.s)’dan istiska (yağmur isteme) namazını kıldırmasını rica etti. İmam (a.s) da Pazartesi günü kıldıracağını bildirdi…
İmam (a.s) Pazartesi günü toplu bir cemaatla çöle çıktı. Herkes İmama bakıyordu. İmam (a.s) minbere çıkarak Allah’a hamd-u sena ettikten sonra şöyle dua etti:
“Allah’ım! Ey Rabbim! Sen biz Ehl-i Beyt’in hakkını büyük kıldın ki, sen emrettiğin şekilde halk bize tevessül etsin, senin fazl, rahmet, ihsan ve nimetini umsun ve arasınlar. Öyleyse onlara kendi yararlı yağmurunu gönder; yağmurunun başlangıcı bu çölden evlerine döndükten sonra olsun.”
[1] – Kafi, c. 8, s. 257.
[2] – a.g.e, c. 1, s. 487.
[3] – Uyun, c. 1, s. 24, H.1.
[4] – Uyun, c. 2, s. 54, H.1. Bihar, c. 49, s. 85, H.4.
Allah’a and olsun ki, İmam’ın bu duasından hemen sonra rüzgar esmeğe başladı, bulutlar oluştu, gökte şimşek ve yıldırım çakmağa başladı, halk yağmurdan kaçmak için harekete geçti. Ama İmam (a.s); “Ey insanlar! Sakin olun, safları bozmayın, bu bulutlar filan şehre gidiyor” buyurdular. İmam (a.s)’ın buyurduğu gibi bulutlar gelip geçti yağmur da yağmadı.
Daha sonra şimşekli ve yıldırımlı bir bulut daha geldi, yine halk yerlerinden kalkıp hareket etmek istediler. Yine İmam (a.s);
“Ey cemaat! Sakin olun, bu bulut da sizin için değildir, filan şehre gidiyor; o şehrin halkına yağacaktır.” buyurdular.
On bulut böylece ard arda gelip geçti. İmam (a.s) da her defasında; “Bu bulut sizin için değildir, filan şehirlere gidiyor, siz yerinizde durun, hareket etmeyin.” buyuruyordu. Nihayet, on birinci kez bir bulut daha aşikar oldu. İmam (a.s) bu defasında şöyle buyurdular:
“Allah Teala işte bu bulutu sizin için göndermiştir, öyleyse O’na bu lütfünden dolayı şükredin, şimdi kalkın evlerinize gidin; bu bulut evlerinize ulaşmadıkça yağmayacak, evlerinize yetiştikten sonra yağacaktır.”
İmam (a.s) bu sözleri buyurduktan sonra minberden aşağı indi, halk da evlerine doğru hareket etti. Bulut öylece durmuştu, oradaki halk evlerine yetişmedikçe yağmadı. Onlar evlerine yetiştikten sonra öyle şiddetli yağdı ki, havuzlar, çukurlar, nehirler dolup taştı. Halk Resulullah’ın oğlunu (İmam Rıza’yı), Allah’ın O’na bağışlamış olduğu bu kerametinden dolayı tebrik etmeğe başladılar.
Daha sonra İmam (a.s) toplanmış olan halkın arasına gelerek Allah’tan çekinmeği, O’nun nimetlerinin kadrini bilmeyi, bu nimetleri karşısında O’na şükretmeği, müminlerin birbirlerine yardımda bulunmalarını vs. şeyleri onlara hatırlatarak onlara öğüt ve nasihatte bulundu…[1]
Allah’ı Çok Anması
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“Allah’a and olsun ki, İmam Rıza (a.s)’dan daha takvalı, bütün vakitlerinde Allah’ı daha çok anan ve onun kadar Allah’tan daha çok korkan bir kimse görmedim.”[2]
Kur’ân Okuması
İbrahim b. Abbas diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) her üç günde bir defa Kur’ân’ı hatmediyor ve buyuruyordu ki:
“Eğer üç günden daha kısa bir zamanda hatmetmek istesem edebilirim ama, her bir ayetin hangi şey hakkında ve ne zaman nazil olduğunu düşünmeden geçmiyorum. İşte bundan dolayı üç günde hatmediyorum.”[3]
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) geceleri yatmak istediğinde çok Kur’ân okuyordu. Cennet ve cehennemden bahseden bir ayete ulaştığında ağlayarak Allah’tan cenneti isteyip cehennem ateşinden de O’na sığınıyordu.”[4]
[1] – Uyun, c. 2, s. 383. B.41. H.1. Bu rivayet çok uzun olduğundan dolayı onu özet olarak aktardık.
[2] – Mişkat’ul-Envar, s. 62.
[3] – Bihar, c. 92, s. 204, h. 1.
[4] – Uyun, c. 2, s. 196; Bihar, c. 49, s. 94.
Salavât Getirmesi
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) dualarına Peygamber (s.a.a)’e ve Ehl-i Beyti’ne salavat getirmekle başlıyordu. Namazda ve diğer zamanlarda da çok salavat getiriyordu.”[1]
Peygamberlerin Silahınâ Sarılmayı Tavsiye Etmesi
Ravi diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) sürekli ashabına:
“Peygamberlerin silahına sarılın” diye buyuruyordu. “Peygamberlerin silahı nedir?” diye sorduklarında: “Duadır” buyuruyorlardı.”[2]
Hz. Mehdi’ye Dua Etmeyi Emretmesi
Yunus b. Abdurrahman diyor ki:
“Ali b. Musa er-Rıza (a.s) bize sürekli olarak Allah’ın hücceti olan Sahib’uz- Zaman’a (Hz. Mehdi’ye) dua etmemizi emrediyordu.”[3]
Evden Çıktığında Okuduğu Dua
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“İmam Bakır (a.s) evinden çıktığında şöyle diyordu: “Allah’ın adıyla çıktım; Allah’ın adıyla giriyorum, Allah’a tevekkül ettim; güç ve kudret ancak ulu ve yüce olan Allah’tandır.”
Muhammed b. Sinan diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) da evinden çıktığında aynı duayı okuyordu.”[4]
Kunutta Okuduğu Dua
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
İmam Rıza (a.s) bütün namazlarının kunutunda şu duayı okuyordu:
“Rebbiğfir ve’rham ve tecavez amma ta’lemu inneke ente’l- eazz’ul- ecell’ul- ekrem.”
“Rabbim, beni bağışla; bana merhamet et; bildiğin hatalarımdan geç; şüphesiz sen en aziz, en yüce ve en değerlisin.”[5]
İhlas Suresini Okuduğunda Söylediği Zikir
Reca b. Ebî Zehhak diyor ki:
“İmam Rıza (a.s) İhlas suresini okuduğunda yavaşça: “Allah’u ehad” (Allah tektir) buyuruyordu. İhlas suresini okuyup bitirdiğinde ise üç defa: “Kezalikellahu rebbuna” (Rabbimiz böyledir) buyuruyordu.”[6]
Veliahtlığının Hikmeti
Reyyan b. Salt şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’ın yanına varıp şöyle dedim: “Ey Resulullah’ın oğlu, halk diyor ki; Ali b. Musa er-Rıza dünyada zahit olmasını izhar etmesine rağmen veliahtlığı kabul etti.” İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Allah biliyor ki, ben veliahtlığı isteyerek kabul etmedim; onu kabul etmekle ölüm arasında muhtar kılınınca kabul etmeyi ölüme tercih ettim. Yazıklar olsun onlara, acaba onlar, Yusuf (a.s)’ın zaruretten dolayı peygamber ve resul olmasına rağmen Mısır padişahının hazinelerinin yöneticiliğini üstlenmek zorunda kaldığını ve bundan dolayı da onun; “Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri (mali ve ekonomik kaynakları) üzerinde (bir yönetici) kıl.” diye buyurduğunu bilmiyorlar mı?” [7]
Ben de zaruretten dolayı, ölüme yönelmişken zor ve ikrah üzere veliahtlığı kabul etmek zorunda kaldım. Ben bu işe öyle bir şekilde girdim ki, girmemle çıkmam aynı idi. Öyleyse şikayet Allah’adır ve O, (en iyi) yardım dilenilecektir.” [8]
[1] – Uyun, c. 2, s. 194, h. 5.
[2] – Mekarim’ul-Ahlak, s. 270.
[3] – Bihar, c. 95, s. 33, h. 4; s. 332, h. 5.
[4] – Mehasin-i Berkî, c. 2, s. 90, h. 1238.
[5] – Bihar, c. 85, s. 200, h. 10.
[6] – Bihar, c. 92, s. 347, h. 9.
[7] – Yusuf/55.
[8] – Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 139. Emali-yi Saduk, s. 68. İlel’uş- Şerayi, s. 239.
Ziyareti
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bilin ki kim, Allah’ın farz kıldığı hakkımı ve itaatimi tanıdığı halde beni ziyaret ederse, ben ve babalarım kıyamet günü onun şefaatçileri oluruz.” [1]
İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
“Dostlarımdan her kim, hakkımı tanıdığı halde beni ziyaret ederse, kıyamet günü ona şefaatçi olurum.” [2]
İmam Cevad (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Kim babamın kabrini ziyaret ederse, cennet ehli olur.” [3]
Yine İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kim babamın kabrini Tus’da (Meşhed), onun hakkını tanıdığı halde ziyaret ederse, cenneti ona garanti veririm.” [4]
Bir rivayette şöyle geçer:
“İmam Rıza (a.s)’ın hakkını tanımak; O’nun itaati farz olan bir İmam olduğunu bilmek ve O Hazretin garip ve şehit olduğuna yakin etmektir.”[5]
İmam Hadi (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Kimin Allah’a bir haceti olursa, gusül etmiş olduğu halde ceddim Rıza (a.s)’ın kabrini Tus’da ziyaret etsin, kabrinin başı ucunda iki rek’at namaz kılsın ve namazın kunutunda hacetini Allah’tan istesin. Allah Teala onun, günah ve akrabalarla ilişkiyi kesmek dışındaki dua ve isteklerini kabul eder. İmam Rıza (a.s)’ın kabrinin olduğu yer, cennet buk’alarından (mekanlarından) bir buk’adır; Allah Teala, o buk’ayı ziyaret eden her mümini, cehennem ateşinden kurtararak cennete götürür.” [6]
Duası
Reyyan b. Salt şöyle diyor:
Ben Ali b. Musa er-Rıza (a.s)’dan bazı kelimelerle dua ettiğini duydum, onların hepsini ezberledim; her zorluk ve sıkıntıda onu okuduğumda, Allah Teala bana kolaylık ve genişlik verdi; o dua şudur:
“Allahumme ente sikatî fi kulli kerbin ve ente recaî fi kulli şiddetin ve ente lî fi kulli emrin nezele bî sikatun ve uddetun. Kem min kerbin yez’ufu fiyh’il hiyletu ve to’yi fiyh’il umuru ve yahzulu fiyh’il kariybu ve’l beiydu ve’s sadiku ve yeşmetu fiyh’il eduvvu, enzeltuhu bike ve şekevtuhu ileyke, rağiben ileyke fiyh’i ammen sivake ve ferrectehu ve keşeftehu ve kefeyteniyhi, fe-ente veliyyo kulli ni’metin ve sahibu kulli hacetin ve münteha kulli rağbetin. Felek’el- hamdu kesîren ve lek’el- mennu fazilen. Bi-nimetike tetimm’us- salihatu. Ya ma’rufen bilma’rufi marufen veya men huve bilma’rufi mevsufun. Enilnî min ma’rufike ma’rufen tuğniynî bihi an ma’rufi men sivake; bi-rahmetike ya erham’er- rahimin.”
“Allah’ım! Her gam ve kederde güvencem, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve başıma gelen her musibette sığınağım ve hazırlığım sensin. Kalpleri taz’if eden, kurtuluş yollarını kapatan, işleri aciz bırakan (etkisiz hale getiren), yakını, uzağı ve arkadaşı kaçıran ve düşmanı sevindiren nice gam ve musibetler vardır ki, başkalarından ümidimi kesip sana yönelerek onları sana şikayet ettim. Bu gam ve üzüntüyü sen giderdin, onları sen izale ettin, onlara karşı sen bana yettin. Öyleyse sen, her nimetin velisi, her hacetin sahibi ve her dileğin nihayetisin. O halde bütün hamd ve övgüler sana mahsustur, büyük minnet ve ihsanlar senindir; senin nimetinle iyilik ve doğruluklar kamil olur. Ey ma’rufuyla ma’ruf (ihsanıyla ihsan sahibi) olan ve ey ma’rufla tavsif edilen! Ma’rufunla beni ma’rufuna ulaştır, onunla beni başkasının marufundan müstağni kıl; kendi rahmet ve merhametin hürmetine ey rahmedenlerin en merhametlisi!” [7]
Bu dua, az bir farkla “Bedir” savaşında Peygamber (s.a.a)’den[8] ve “Aşura” günü İmam Hüseyin (a.s)’dan da duyulmuştur.[9]
[1] – Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 584 ve 585. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 257. Emali-yi Saduk, s. 62.
[2] – Emali-yi Saduk, s. 104. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 258. Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 583.
[3] – Kamil’uz- Ziyarat, s. 303 ve 304.
[4] – Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 583. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 256.
[5] – Bkz. Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 584. Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 259. Emali-yi Saduk, s. 105.
[6] – Uyun-u Ahbar’ur-Rıza, c. 2, s. 262. Emali-yi Saduk, s. 471.
[7] – Emal-yi Şeyh Mufid, 273. Emali-yi Şeyh Tusi, c. 1, s. 33.
[8] – Muhec’ud- Da’vat, s. 69.
[9] – Tarih-i Taberi, c. 5, s. 423. İrşad, c. 2, s. 69.
RenkliWEB
BAZI AHLAKİ ÖZELLİKLERİ VE MENKIBELERİ:
Allah'ın seçtiği masum imamlar, herkesten daha seçkin ve başkalarına davranışlarıyla örnek olarak, halka hayat dersi veren kişilerde. Onlar kendilerini halktan ayırmaz ve kimseye itinasızlık etmezlerdi. Saduk, İbrahim Bin Abbas'tan naklederek şöyle yazar "İmam Rıza(a.s)'ın konuşmalarında birine haset beslediğini, birinin sözünü bitirmeden kestiğini asla görmedim. O, başkalarının yanında asla ayaklarını uzatmaz, yemek sofrası açıldığında, hizmetçilerini de sofraya davet eder, onlarla birlikte -yemek yerdi. Gece istirahat ettikten sonra Allah'a ibadetle meşgul olur, o da tıpkı dedeleri gibi gece yarıları fakir ve muhtaçlara yemek dağıtırdı". Muhammed bin Ebi Ibad, Hazret hakkında şöyle der: "Imam Rıza(a.s) yazın hasır ile kilim, kışın ise yün döşemeler kullanır ve basit bir evde kalırdı. Dışarı çıktığında saçlarını tarar, temiz ve yeni elbiseler giyerdi. Misafirlerine saygılı davranırdı. Bir gece evdeki çırağı bozulunca, misafir, onarmak için kalktığında onu engelleyerek, kendisi onardı ve; "Biz misafirlerimizi çalıştırmayız" dedi. Hizmetçisi Yasir; İmam(a.s) bize; Sizler yemek yerken sizi çağırırısam yemeği bitirene dek kalkmayın" dediğini nakleder. Ashabından bir başkası şöyle der. Birgün bir yabancı İmam(a.s)'ın evine gelerek şöyle dedi: "Ben sizin dostlarınızdanım ve fakir de değilim ama param bitti ve geri dönmek için param yok. Siz bana bir miktar para veriniz. Ben şehrime döndüğümde o parayı sizin adınıza sadaka vereceğim." İmam Rıza(a.s) kalkıp odaya gitti ve 200 dirhem getirerek kapının üzerinden o şahsa vererek şöyle buyurdu: "Benim adıma sadaka vermene gerek yok. Al ve git." İmam(a.s)'a, niçin seni görmemesi için böyle yaptın? diye sorduklarında; "Beni gördüğünde utanmaması için" diye buyurdu. Ashabından Süleyman şöyle der: "Kendisiyle birlikte evine gitmiştim. İşciler çalışıyorlardı. Bu arada İmam(a.s)'ın tanımadığı bir adam da oradaydı. 'Bu adam kim?' diye sorduğunda; "Bize yardım etmesi için dışarıdan getirdik" dediler. "Onunla anlaşarak ücretini belirlediniz mi?" dediğinde; "Hayır, ama bu, çok iyi bir adamdır. Ona ne kadar verirsek kabul edip, itiraz etmiyor". Hazret bunun üzerine rahatsız oldu ve şöyle söyledi: "Sizlere her zaman, eğer bir işi birine yaptırıyorsanız, önce ücretini belirleyin demedim mi? Çünkü eğer ücreti belirlenirse ve daha çok verirseniz sevinir, ama eğer belirlemezseniz, üçkat fazla verseniz bile ücretini tam olarak vermediğinizi zanneder".
GURURLANMA:
"Ahmet Bazenti" zamanının ilim adamlarındandı. İmam Rıza(a.s)'ya yazdığı çeşitli mektuplar ve ondan aldığı cevaplardan sonra onun imametine inanmıştı. Birgün İmam Rıza(as)'ya şöyle dedi: "Boş bir saatte yanınıza gelerek sohbet etmek istiyorum." Hazret kabul etti. hatta kendi binek hayvanını dahi rahatça gelmesi için ona gönderdi. O gün, gece yarısına dek, ilmi sohbetler ettiler. Bazenti ilmi sorunlanna cevap bulunca çok sevindi. Gece olup uyku vakti gelince, İmam Rıza(a.s) hizmetçisini çağırıp; "Benim şahsi yatağımı getir ve benim indimde yüce makamı olan bu adamın dinlenmesi için hazırla" dedi. İmam(a.s) ile yaptığı konuşmalar Bazenti'yi mağrur kılmıştı. Kendi kendine şöyle diyordu: "Dünyada benden daha iyi birisi olamaz. Çünkü o kendi binek hayvanını benim için gönderdi, yatağını verdi ve saatlerce benimle oturarak sohbet etti." O böyle hayaller kurarken ansızın Hazret odaya geri döndü ve şöyle buyurdu: "Ey Bazenti! başına gelenleri başkalarına gururlanmak için vesile kılma. Çünkü Ali (a.s)'ın değerli ashabından olan "Sa'saâ" hastalandığında, kendisi geçmiş olsun demek için yanına giderek saatlerce ona muhabbet gösterdi. Sonrada gururlanmaması için şöyle buyurdu: "Ey aziz dostum! Bu gördüklerini asla kendine gurur vesilesi yaparak, ben şöyleyim, ben böyleyim, İmam bana muhabbet etti diye övünme. Ben, tüm bunları dini ve insani görevim olarak ifa ediyorum". Bazenti şöyle der: "Hazret bu olayı anlatarak, beni hata ve yanlışlıklardan dolayı uyardı. Ben boş hayaller kurmama kararı aldım ve böylece amellerime ve niyetlerime dikkat etmeye başladım". Belh ahalisinden bir adam şöyle der: "Hz.Rıza(a.s) ile birlikte Horasan yolculuğuna çıkmıştım. Sofra açıldığında herkesi yemeğe davet etmişti. Ona, sana feda olayım! izin ver de kölelerin sofrasını ayıralım, dediğimde şöyle buyurdu: "Sus, ve bilki hiçbirimiz birbirimizden üstün değiliz. Hepimizin Allah'ı birdir. Ana babamız birdir. Biz, sadece takvanın gölgesinde üstünlük kazanırız." Cabir-i Zehhak şöyle der: "Me'mun'un emriyle İmam(a.s)'ı Medine'den Merv'e getirdim. Vallahi, onun hizmetinde iken o ana dek böylesine necib ve takvalı bir insan görmemiştim."
İMAM RIZA (A.S) VE KARDEŞ NASİHATI:
İmam Rıza(a.s)'ın Horasan'a çağrılıp, zorla Me'mun'un veliahtlığını kabul ettiğinde, Medine'de isyan ve kanşıklık çıkaran kardeşi Zeyd de Horasan'a getirilmişti. Me'mun İmam Rıza(as)'a saygı olsun diye, onu serbest bıraktırarak, cezalandırmaktan vazgeçmişti. Birgün kalabalık bir toplantıda İmam(a.s) konuşma yaparken Zeyd'in bir köşede oturup kendini övdüğünü duydu. İmam(a.s) bağırarak şöyle dedi: "Ey Zeyd! Kufe'nin bakkallarından duyarak inandığın sözü halka mı satıyorsun? Bu ne biçim sohbet etmektir? Ali ve Zehra(s.a)'nın evlatları, Allah'ın emrine teslim olupta, günahlardan kaçındıkları zaman değerli ve seçkindirler. Sen; Musa bin Cafer(a.s), Hz.Seccad ve diğer imamlar gibi olduğunumu zannediyorsun? Onlar zahmet çekerek, Allah yolunda zorluklara katlanarak gece gündüz Allah'a ibadet ettikleri halde, sen hiçbir şey yapmadan bir yere varmak istiyorsan, aldanıyorsun. Bilki eğer, biz Ehli Beytten biri iyi bir iş yaparsa iki kat karşılık görür. Çünkü hem başkaları gibi iyi bir iş yapmış, ayrıca peygamber(s.a.v)'in saygısını da korumuş olur. Eğer kötü bir iş yaparak günah işlerse, iki günah yapmış olur, biri hem başkaları gibi günah işlediğinden, diğeri de, peygamber(s.a.v)´in haysiyet ve ihtiramını yok ettiğinden. Ey kardeşim, kim Allah'a itaat ederse; biz Ehli Beyttendir. Ve kim günahkar olursa bizden değildir. Nasılki Allah, babasıyla manevi bağını koparan Nuh peygamberin oğlu hakkında şöyle buyurmuştu: "Senin neslinden değildir, eğer senin neslinden olsa idi, onu kurtarırdık". Şeyh Saduk Hasan Nevfeli'den şöyle naklediyor. "Me'mun, dünyanın dört bir köşesinden çeşitli din alimlerini getirerek bir toplantı düzenlemeyi, İmam Rıza(a.s)'ı da bu toplantıya çağırmayı ve onu ilmi yönden itibarsız kılarak, nüfuzunu yoketmeyi düşünüyordu. Onun için birgün veziri Fazl bin Şehl´e, İmam(a.s)´la tartışmaları için tüm alimleri toplama emri verdi. Toplantı hazırlandığında, Me'mun'a herşeyin hazır olduğu haberini verdiler. Me'mun adam göndererek İmam Rıza(a.s)'ı da çağırttı. İmam(a.s) toplantıya katılmadan önce evinden çıkarken Hasan Nevfeli'ye doğru dönerek şöyle buyurdu:" Me'mun'un hangi amaçla bu işi yaptığını biliyorum. Ama biliyormusun, Hıristiyanlara kendi kitaplarından, Yahudilere tevrat ile ve Mecusilerle de farsça konuştuğum zaman, bu yaptıklarına pişman olacak. Hepsi yenildiğinde de Me'mun halifeliğe layık olmadığını anlayarak yaptığından dolayı pişmanlık duyacaktır. "Ve olaylar İmam Rıza(a.s)'ın dediği şekilde gelişti. Hazret toplantı salonuna girdiğinde hepsi saygı içinde ayağa kalktılar. İmam(a.s) Me'mun'un yanında oturdu. Me'mun, Hıristiyanların büyük alimi Caselik'e dönerek; "Ne istersen sor" dedi. Caselik şöyle dedi: "İsa hakkındaki görüşün nedir?" İmam Rıza(a.s) şöyle buyurdu: "Biz İsa(a.s)'ın Allah'ın peygamberi olduğuna inanıyoruz." Caselik: "Peygamberinizin peygamberliğine dair delilin nedir?' dedi. Imam(a.s):"İncil de okumadın mı ki Yuhanna İsa(a.s) dan şöyle naklediyor; O buyurdu, benden sonra, geçmişteki tüm peygamberlerin dinini tamamlayacak bir peygamber gelecektir". Caselik: "Evet ama ne ismi ve ne de nereden çıkacağını söylemiyor." Hazret'in, "sana İncil kitabından okumamı istermisin sorusuna karşılık, Caselik "evet" dedi. İmam (a.s) üçüncü bölümü okurken İsa(a.s)'ın buyurduğu şu yere vardı: "Ben, sizin rabbinize doğru gideceğim ve "Barkılita" yani Muhammed(s.a.v) size gelecek ve küfrü mağlup edecek". Caselik sustu ve konuşmadı. Daha sonra İmam(a.s) Yahudilerin başkanı Re's-ül Calud'a dönerek: "Musa (a.s)´ın peygamberliğine dair delilin nedir?' diye buyurdu. O ise şöyle dedi: "Musa'nın asayı ejderha yapması, Nil nehrini yararak oradan geçmesi ve elinin nur gibi parlaması ve birçok mucizelerinin olmasıdır." dedi. Hazret:"Peki niçin İsa(a.s)´ın peygamberliğine iman etmediniz? "O, şöyle dedi: "Isa'nın ölüyü dirilttiğini ve deri hastalığını tedavi edebildiğini iddia ediyorlar. Biz bunları görmedik ki inanalım." İmam Rıza(a.s) şöyle buyurdu: "Peki niçin İsa (a.s)'dan önceki peygamberlere mesela Musa(a.s)'a inanıyorsunuz? Oysa siz Musa(a.s)'ın da mucizelerini görmediniz". O: "Bizlere anlattıklarına göre o, başkalarının söylemediği sözleri söylemiş ve önceden kimsenin yapamadığı şeyleri yapmıştır" dedi.
İmam Rıza(a.s) şöyle buyurdu: "Bu sözleri onun getirdiğini nereden biliyorsunuz?' Harmuzan dedi: "Tarih aracılığıyla ve bu sözleri işitenler vasıtası ile". İmam(a.s): "Başkaları da tarihe sığınıyorlar ve siz onları nasıl oluyor da kendi dininize davet ediyorsunuz? " Haham sustu ve konuşamadı. Daha sonra Hazret, yıldıza tapanların başkanı İmran'a dönerek şöyle buyurdu:
"Sen de ne istersen sorabilirsin!" İmran, Allah ve yaratılışın felsefesini sorup cevabını aldıktan sonra İmam Rıza(a.s)'ın yanında müslüman oldu. Toplantı İmam(a.s)'ın lehine sona ermişti. Sonucun böyle olacağını beklemeyen Me'mun, kıskançlık içinde böyle bir toplantı düzenlediği için yenilgiyi kabul etmekten başka çaresi kalmamıştı
İMAM RIZA(A.S)'IN KUM ŞEHRINE GİRİŞİ:
Me'mun, İmam Rıza(a.s)'ı Horasan'a davet ettiğinde önce Medine'den Basra'ya, Basra'dan Bağdat'a oradan da Kum'a geldi. Kum halkı Hz. Rıza(a.s)'yı karşılamaya koşarak herkes İmam'ı kendi evine davet etmek istiyordu. O şöyle buyurdu: "Kenara çekilin. Benim devem, bu işle görevlendirilmiştir. Kimin kapısının önünde durarak yatarsa, ben oranın misafiri olacağım." Deve Kum şehrinin dönemeçli yollarında ilerleyerek, sonunda bir evin kapısına vararak orada durdu. İmam(a.s) da orada misafir oldu. Bugün orası Kum'un medreselerinden olan Rezeviye Medresesidir. Hz.Rıza (a.s) aynı şekilde Horasan'a gittiğinde vardığı her yerde halk onun etrafını sararak sevgi gösterisinde bulunuyordu.
NİŞABUR'A GİRİŞİ:
Nişabur şehri o zamanlar İran'ın en kalabalık ve gelişmiş şehirlerinden idi. Şehir halkının İmam Rıza(a.s)'ı karşılaması tarihte eşsizdir. Daha sonraları bu şehir moğollar eliyle harabeye döndü. Şehrin alimleri Hazret'in söyleyeceği sözleri yazmak için ellerindeki kalemlerle şehrin kapısına doğru koştular. O zamanlar Nişabur şehrinde yüzlerce alim, fakih, fikir adamı vardı. Bir kaç bin altın kalemlik onun söyleyeceği sözleri yazmak için hazırlanmıştı. Senedi peygamber(s.a.v), Cebrail ve Allah(cc)'a vardığından "Silsilet-ül Zeheb adı köyulmuştu. Büyük ravi ve fikir adamı olan Muhammed bin Eslem-i Tusi ilerleyerek, İmam Rıza(a.s)'dan halka bir hadis buyurmasını istediğinde, tahtırevanın perdesini kaldırarak başını dışarı çıkardı. Halkın gözü İmam Rıza(a.s)'a iliştiğinde tekbir ve salavat sesleri yükselmişti. O, halka susmasını işaret edip herkes sustuktan sonra, aşağıda tercümesi yeralan hadisi söyledi: "Allah(c.c) şöyle buyurmuştur. Lailaheillellah kelimesi benim kalem ve hisarımdır. Kim bu sözü söylerse, benim kaleme girmiş ve benim azabımdan kurtulmuş olur".
SENABAD'A GİRİŞİ:
Eba Selt şöyle anlatıyor: İmam Rıza(a.s), Senabad köyüne vardığında öğlen vakti idi. Namaz kılmak için su isteyip, su bulunmadığını duyunca yeri biraz kazdığında yerden su fışkırmağa başladı. Kendisiyle gelenlerle birlikte abdest alarak namaz kıldıktan sonra, bugün taş kazanların yapıldığı dağa dayanarak şöyle buyurdu: Allah'ım! Bu dağa hayır ve bereket ihsan eyle. Daha sonra evine gerekli olan tüm kaplan bu dağın taşıyla yapmalarını emretti. Ondan sonra Hamit bin Kahtabe'nin evine giderek, Harun'un kabrinin bulunduğu odaya gidip, kabrin yakınlarında bir yere kendi eliyle bir çizgi çizerek şöyle buyurdu: "Burası benim türbemdir ve ben buraya defnolunacağım. Vallahi kim beni ziyaret ederse, Allah'ın rahmeti ve bizim şefaatımız ona nasib olacaktır". Daha sonra kıbleye doğru dönerek birkaç rekat namaz kılıp dua etti. ve uzun bir secdeye kapandı.
İMAM RIZA(A.S)'IN MERV'E GİRİŞİ:
İmam Rıza(a.s) Merv'e girdiğinde Me'mun onu saygıyla karşılayarak halkın ileri gelenlerini mecliste toplayarak şöyle dedi: "Ben kendimi hilafetten azlederek hükumeti size bırakmak istiyorum." Hazret şöyle buyurdu: "Eğer Allah, halifelik elbisesini sana giydirdi ise onu çıkararak başkalarına bırakman iyi olmaz ve eğer halifeliğe layık değilsen, niçin bu sorumluluğu üzerine aldın?' Me'mun şöyle dedi: "Bu, kesin bir karardır ve halifeliği kabul etmelisin." İmam Rıza(a.s), Me'mun'un planından haberi olduğu için, ne kadar ısrar etti ise de kabul etmedi. Me'mun şöyle dedi: "O zaman benim veliahtlığımı kabul etmelisin". İmam Rıza(a.s) şöyle buyurdu: "Ben atalarımdan, sizden önce öleceğimi duydum. Bu işte bu kadar ısrar etme! Beni zehirleyecekler ve baban Harun'un yanına gömecekler". Me'mun; Kim seni zehirleyecek diye sorduğunda şöyle buyurdu: "Sen kim olduğunu biliyorsun, bana sorma!" Me'mun üzülerek ağladı ve daha sonra şöyle dedi: "Veliahtlığı kabul etmelisin. Bu bir emirdir, yoksa seni öldürmelerini emredeceğim." İmam Rıza(a.s) kabul etmek zorunda kaldı ama bu süre içerisinde hükumet işlerine karışmayacağı şartını koştu. Görkemli bir toplantı düzenlenmiş ve İmam Rıza(a.s) da oraya getirtilmişti. Me'mun topluluğa dönerek şöyle dedi:" Herkesin İmam'a biat etmesi gerekir ve benden sonra halife odur. Sözlerini kabul ederek, emirlerine boyun eğin. "Me'mun, Abbasilerin şiarı olan siyah elbiselerin çıkarılarak yerine Haşimilerin şiarı olan yeşil elbisenin giyilmesini emretti. O, kızı Ümmü Habibi İmam Rıza(a.s) ile evlendirerek öteki kızı Ümmül Fazl'ı, oğlu İmam Muhammed Taki ile nişanladı. Bu, her ikisini de gözaltına almak için oynadığı siyasi bir oyundu.
BAYRAM NAMAZI:
Bayram geldiği için, Me'mun, İmam Rıza(a.s)'ın bayram namazı kıldırmasını ve halkın tüm ileri gelenlerine onunla birlikte namaz kılmalarını emretmişti. Hazret kabul etmediyse de Me'mun'un ısrarlarıyla kabullenmek zorunda kalmıştı. Ama o, dedesi Resulullah(s.a.v)'ın kıldığı gibi namaz kılacağını şart koşmuştu. Bayram sabahı temiz elbiseler giyerek, güzel kokular sürünmüş ve beyaz sarık takarak yalın ayak ve tekbirler getirerek şehrin dışına doğru hareket etmişti. O'nun ardından herkes tekbirler getirerek yola çıkmıştı. Şehir tekbir sesleri ile inliyordu. Halk bu sahneden o kadar etkilenmişti ki, yüksek sesle ağlıyor ve Peygamber(s.a.v)'e ve Ehli Beyti'ne selam gönderiyordu. Sanki yer ve gök tüm varlıklarla birlikte tekbir getiriyordu. Me'mun'un veziri olan Fazl bin Sehl durumu tehlikeli gördüğünden Me'mun'a şöyle haber verdi: "Eğer namazı bu şekilde kılarsa isyan ve ayaklanma başlayacak. İmam'ın geri dönmesi için acele bir mesaj gönder". Me'mun bir görevliyi acele olarak İmam(a.s)'a geri dönmesini ve namazı kıldırmamasını söylemesi için gönderdi. İmam(a.s) ayakkabılarını giydikten sonra atına binerek geri döndü ve böylece halk tüm bunların Me'mun'un siyasi oyunları olduğunu anlamış oldu. Halkın Me'mun'a karşı kin ve nefreti artarken, İmam Rıza(a.s)'a olan muhabbet ve sevgileri çoğalıyordu. Tüm halk, Me'mun'un nifak ve hilelerini, İmam Rıza(a.s) hakkında yaptıklarının siyasi amaçlı olduğunu anlamışlardı.
ME'MUN İMAM RIZA(A.S)'I NIÇIN HORASAN'A ÇAĞIRTTI?
Me'mun'un kurnaz ve akıllıca düşündüğünü ve İmam(a.s)'ı Merv'e getirterek veliahtlığı ona vaad etmesinin siyasi amaçlı bir plan üzerine olduğunu unutmamak gerekir. Me'mun'un üzerinde ısrarla durduğu konular şunlar.
1- Ehli Beyt dostları memlektin her tarafında hükumete baş kaldırmış¬lardı. Ayrıca İslam toprakları çok genişlemiş, kontrolden çıkmıştı. Bu yüzden, halifeliği onlardan birine vererek onları herhangi bir isyandan alıkoyma kararı almıştı. Böylece onların hepsi geri çekilerek isyandan vazgeçeceklerdi. Abbasilerin siyaseti herzaman hile üzerine kurulmuştu. Onlar Resulullah(s.a.v)´ın ailesinin kanına susamışlardı ama Ehli Beyt dostlarının isyanından güvencede olmak İranlıları ve Ehli Beyt dostlarını razı etmek için halka Ali(a.s) ailesinin samimi dostu olduklarını göstermek zorunda idiler.
2- Me'mun, Haşimoğullarının da hükumetin icraatında rolünün olmasını istiyordu. İmam Rıza(a.s)'ın da anladığı gibi Me'mun'a bazıları; Halka, Beni Haşim soyunun dünyaperest olduğunu göstermelisin, diyordu. Halka şöyle demelisin: Onlar kendilerini dünya malına düşkün göstermiyorlarsa da yalan söylüyorlar. Eğer kudret ve hükumeti ele geçirirlerse başkalarından daha azdeğillerdir. Öyleyse onlar bugün hilafete yanaşmıyorlarsa sebebi toplum da herhangi bir güçleri olmadığından dolayıdır. Ancak bugün hükumeti ele geçirirlerse halkın zannetmediği şeyleri dahi yapacaklar. Sonunda halk onların çevresinden dağılacak ve halkın arasındaki manevi değerlerini kaybedeceklerdir. Me'mun defalarca isyan eden şehirlere valiler tayin etmek için İmam(a.s)'a kendi adamlarından bazılarını tanıtmalarını emretmiş ama İmam Rıza(a.s) ona şöyle cevap vermişti: Ben veliahtlığı kabul ettiğimde hiçbir memleket işine karışmayacağımı ve sizin yardımcınız olmayacağımı söylediğimde siz de kabul etmiştiniz. Eğer anlaşmamıza bağlı kalmamı istiyorsanız siz de anlaşmanıza bağlı kalın. Me'mun sustu ve hiç konuşmadı. İmam Rıza(a.s), Me'mun'un yaptığı tüm işleri kendisinin üzerine atıp, halkı kendisinden geri döndürmek istediğini anlamıştı. Bu nedenle Me'mun'un isteklerine boyun eğmeyerek onun bu gibi işlerde yenik düşmesine sebep oldu.
3- Me'mun'un diğer bir görüşüde, Alevileri etrafına toplayarak başkente getirmek ve herkesi göz altına alarak böylece başını ağrıtan tüm sıkıntıları ortadan kaldırmaktı. Örneğin; İmam Rıza(a.s)'ı zehirleterek şehit ettirmiş ve alevileri öldürerek anlaşmanın maddelerini ayaklar altına almıştı.
ÖZGÜR ŞAIR "DA'BEL"
Da'bel şöyle der. Ali(a.s) ailesi hakkında ünlü kasidemi Hazret'e okumak için Horasan'a gitme kararı aldım. Yola çıkarak Horasan'a geldim ve İmam(a.s)'ın huzurunda kasidemi okudum. Hz.Rıza(a.s) kendisinin Tus'daki şehadetiyle ilgili birkaç mısrayı benim şiirime ekledikten sonra şöyle buyurdu: "Şiirini sakla ve kimseye okuma." Me'mun benim gelişimden ve İmam(a.s)'a kaside okuduğum¬dan haberdar olmuştu. Beni çağırtarak kasideyi ona da okumamı istemişti. Ben, böyle bir kasideyi okuduğumu inkar ettim ise de Me'mun, İmam(a.s)'ı meclise getirterek huzurunda şöyle dedi: "İmam'ın huzurun da Ali(a.s)'ın ailesinin değeri hakkında okuduğun ünlü kasideni, benim huzurumda da oku. "Ben de okumak zorunda kaldım. Me'mun görünüşte sevinerek bana ve veziri Fazl'a iyi bir hediye ile bir de at verdi. Hz.Rıza(a.s), Me'mun¬'un kendi adına bastırdağı sikkelerden yüz dinar bana vererek, bunu al ve sakla, birgün ona ihtiyacın olacak, demişti. Ben İmam(a.s) dan, giymiş olduğu gömleği ölünce onu kendime kefen yapmak için, istedim. O kabul ederek gömlekler¬inden birini bana verip şöyle buyurdu: Bu gömlek seninle olduğu sürece güvendesin. Ben İmam Rıza(a.s) ile vedalaşarak Fazl'ın benim için getirmiş olduğu ata binerek kervanla birlikte Tus'dan ayrıldım. Yolda hırsızlar kervana saldırarak ne varsa götürdüler. Çok geçmeden onlardan biri olan reisleri benim atıma binmiş, okuduğum şiirleri tekrarlıyordu. Ben, ona yaklaşarak bu şiirleri kimin söylediğini biliyormusun? dedim. O; "Evet, Da'bel Hozai söylemiştir," dedi. Ben de ona; Acaba benim, bu şiirleri söyleyen Da'bel olduğumu biliyormusun? dedim. O, şasırdı ve benim söylediklerime inanmadı. istersen kervandakilerden sorabilirsin dedim. Kervandakilerin bu şiirleri söyleyenin ben olduğuma dair sözlerinden sonra, benim Da'bel olduğumu anlayınca, çalarak kendi aralarında böldükleri malları, bana olan saygısından dolayı sahiplerine geri vermelerini emretti. İmam Rıza(a.s)'ın buyurduğu gibi bu gömlek benim ve yanımdakilerin kurtulmasına sebep olmuş, ayrıca, götürdükleri malların sahiplerine geri verilmesini sağlamıştı. Da'bel hırsalardan ve yol kesicilerden kurtulduktan sonra Kum'a geldiğinde halk onu karşılayarak İmam(a.s)'ın huzurunda okuduğu şiirleri kendilerine de okumalarını istediler. Da'bel kabul ederek Kum'un mescidine gidip şiirlerini onlara da okuyunca halk ona çok miktarda para ve hediyeler verdi. Olaydan haberdar olan halk ona gömleği kendilerine vermesini istediler. Karşılığında istediği herşeyi vermeğe hazır olduklarını söyledilerse de Da'bel kabul etmedi. Onlar hiç olmasa gömlekten küçük bir parçayı vermesini istediler, ama yine kabul etmedi. Da'bel Kum'dan ayrıldığında, gençlerden bir bölümü yolunu keserek gömleği ondan alıp Kum'a getirdi. Da'bel Kum'a geri dönerek elbiseyi kendisine geri vermelerini isteyince, onlar bu isteği reddettiler. Da'bel'in gömlekten bir parça isteğini kabul edip elbiseden bir parça ile birlikte ona bin dirhem verdiler. O da kabul ederek vatanına geri döndü. Da'bel vatanına dündüğünde hırsızların evini yağmaladığını ve kendisine hiçbirşey bırakmadıklarını gördü. O, İmam Rıza(a.s)'ın kendisine yüz dinar verirken buyurduğu; "Bunu iyi sakla, çok ihtiyacın olacak," sözünü hatırladı. Paraları çarşıya götürüp her dinarı yüzonbin dinar sahibi oldu. Bu arada onu çok seven hanımı da göz hastalığına yakalanmış, doktorlar onu tedaviden aciz kalmışlardı. Da'bel İmam(a.s)'dan hatıra kalan gömlek parçasını karısının gözüne sürüp, ertesi gün geri döndüğün de karısının gözleri şifa bulmuş ve iyileşmişti. Da'bel o cesaretle söylediği azametli şiirleri ve kasideleri sayesinde epey mal sahibi olmuş, tüm şiiler ona saygı gözüyle bakmış tarihe özgür ve cesur bir şair olarak geçmişti. Onun değerli şiirlerinin bir bölümünün tercümesi şöyledir. Peygamberin viran evinin evlatlarını gördüm de ağladım. O evler ki sahipleri kovulmuş, yerlerin de münafıklar oturmuş. O evler ki, bir zamanlar Kur'an tefsiri söylenirdi ve vahyin nazil olduğu yerlerdi. Şimdi canilerin zulmünden dolayı Kur'an tilavetinden mahrumdur. Evin sahipleri, peygamberin vasileriydi ve ümmetin en iyileri. Yoksullara yardım eder, onların dostlarıydılar. Onların servetlerinin zalimlerin elinde olduğunu ve bereketli ellerinin boş kaldığını görüyorum. O imamet göğünün yıldızlarına ki Kufe, Medine, Kerbela ve Fah'da yatarlar selam gönderiyorum, Bağdat'da bir kabir var ki (şair, Musa bin Cafer(a.s) kastediyor) pak ve savaşçı biri orada yatar. O kabir ki cennet odalarından biridir. Da'bel şöyle der: Ben son mısrayı okudukta Imam Rıza(a.s) şöyle buyurdu: Kasidenin tamamlanması için birkaç beyit de ben ekleyeyim. (İmam Rıza(a.s)'ın şehadetini ve Tus'a defnolucağını haber vermesi onun mucizelerinden sayılır) şöyle buyurdu: Bir kabir de Tus'da vardır ki büyük bir musibettir. Kıyamete dek gönülleri yakar ve feryatları yükseltir.
ŞEHADETİ:
Şehadet gecesi, Resulullah(s.a.v)'ın rüyasında kendisine şöyle dediğini görmüştü: "Yarın bizim yanımıza gel. Bizim yanımızda olanlar, orada olanlardan daha hayırlıdır". Harseme şöyle der. "Gece yarısı İmam(a.s) beni istedi. Ben, de elbisemi giyerek yanına gittim. Bana şöyle buyurdu: "Me'mun, yarın beni üzüm ve narla zehirlemek istiyor. Bil ki benim şehadetimden sonra beni gusül etmek isteyecektir. Ona söyle, bana dokunmasın. Eğer beni kefenlemek isterse Allah ona aman vermeyecektir. O anda oğlum Medine'den gelerek beni gusül edip kefenleyecektir. Bunu kimse görüp anlamayacak. Benim cenazemi Harun'un kabrinin alt tarafına gömmek isteyecekler ama toprağa ne kadar kazma vursalarda kazılmayacak. O anda sen Me'mun'a, kabrin önüne kazma vurmalarını söyle, Benim hazır kabrim ortaya çıkacaktır. Sonra kabrin baş tarafından beyaz bir su çıkarak fışkıracaktır. Onda küçücük balıklar göreceksiniz. Sonra büyük bir balık ortaya çıkarak küçük balıkları yiyecektir. Sonra su çekilecek. İşte o zaman beni kabre koyun. Ama kabrimin üzerine toprak dökmeyin. Çünkü kabir kendi kendine dolacaktır. Ey Harseme! Dediklerimi yerine getirin, dediklerimin tersini yaparsanız Allah sizlere azabını gönderir." Sonunda, Me'mun, Hz. Rıza(a.s)ı Merv'den Bağdat'a dönerken Tus'da zehirli üzümle zehirletti. Hazret evine dönerken eskiden beri sadık Ashabı olan Eba Selee şöyle buyurdu: "Evin halılarını topla ve kimseyi eve sokma. Ben de tıpkı ceddim Hüseyin(a.s) gibi kuru topraklar üzerinde can vermek istiyorum." Şehadetin den önce Me'mun, İmam(a.s)'ın başucuna geldi. İmam(a.s) gözlerini açarak ona şöyle buyurdu: "Oğlum İmam Muhammed Taki(a.s)'a iyi davran. Çünkü onun şehadeti senin ölüm zamanına çok yakındır." İmam Rıza(a.s)'ın pak vücudu, Harun'un önceden gömüldüğü mezarının önüne gömüldü. Bu büyük ve üzücü facia, Hicri 203 yılının Sefer ayının son gününde İmam(a.s) 55 yaşında iken meydana geldi. Imam(a.s)'ın şehadetinden sonra Horasan da büyük bir ayaklanma çıkmıştı. Me'mun, ağlayarak başına vuruyor ve kendisini yas tutuyormuş gibi gösteriyordu. Ama halkın çoğu, İmam(a.s)'ın katilinin Me'mun olduğunu anlamıştı. Her taraftan, Me'mun'un aleyhine kin ve nefret dalgaları yükseliyordu. Me'mun, İmam Rıza(a.s)'ın cenazesinin birgün boyu dışarı çıkmasına izin vermedi. Çünkü o, isyan dalgalarının gittikçe çoğalmasından ve kızgın halkın hükumetini devirmesinden korkuyordu. Onun için halkın arasına bazı adamlarını göndererek, İmam(a.s)'ın ölümünün tabii olduğunu ve Me'mun'un bu işte bir müdahelesi olmadığını anlattırmağa çalışıyordu. O, ne kadar kendini suçsuz göstermeğe çalışıp, günahsız olduğunu isbat ettirmek istediysede başaramamıştı. Gün geçtikçe halkın nefreti artarak, gözden düşmüs, sonunda çok kötü bir şekilde dünyadan gitmişti.
HZ İMÂM-I ALİ RIZA’NIN (SA) BAZI HİKMETLİ SÖZLERİ
• Kur’an Allâh’ın kelâmıdır. Ondan ileriye geçmeyin ve ondan başka bir şeyde hidayeti aramayın yoksa dalalete( sapıklığa) düşersiniz.
• Mü’min’de şu üç sıfat Allâh’ından bir sünnet,peygamberinden bir sünnet, Allâh'’n velisinden bir sünnet olmayınca mü'’min olamaz. Allâh’ından olan sünnet sırrını başkalarından gizlemektir. Nasıl ki Allâhu Teâla buyurmuştur ki “Gizlileri bilendir, gizlileri razı olduğu elçilerden başka bir kimseye bildirmez”. Peygamberden olan sünnet halkla iyi geçinmektir. Nasıl ki Allâhu Azze ve Celle Peygamberine “ Halkın yanlışlıklarına af ve onları iyi iş yapmaya emret” buyurarak halkla iyi geçinmesini emretmiştir. Allâh’ın velisinden olan sünnet ise sıkıntı ve zorluklarda sabırlı olmaktır.
• Kur’an’ı Kerim Allâh’ın sağlam ipi muhkem kulpu ve cennete götüren ateşten kurtaran en güzel yoludur. Zaman onu yıpratmaz, ağızlarda dolaşmak bayağılaştırmaz onu . Çünkü o belli bir süre için gönderilmemiştir. O açık delilleri gösteren ve her insana hüccet olan bir kitaptır. Hiçbir taraftan batıl ona giremez, çünkü Hamit ve Hekim olan Allâh tarafından indirilmiş bir kitaptır.
• Şu on sıfata sahip olmayan müslümanın aklı kemâle ermez: İyilik ondan umulmalı kötülük yapmayacağına güvenilmeli, başkalarının az iyiliğini çok görmeli, kendi yaptığı çok hayrı az saymalı, ondan hacet istenilmesinden bıkmamalı, ömür boyu ilim peşinde koşmaktan usanmamalı, Allâh yolunda fakir olmayı zengin olmaya tercih etmeli, Allâh için aşağılığı, düşmanların içinde aziz olmaktan daha çok sevmeli, tanınmamayı, meşhur olmaktan üstün tutmalı, onuncusu ve en önemlisi ise ilk karşılaştığı herkesi kendisinden daha iyi ve daha takvalı saymalıdır.
• İmamet (müslümanların önderliği) dinin yularıdır. Müslümanların düzeni, dünyanın islahı ve mü’minlerin izzetidir. İmâmet İslâmın gelişen kötü, yücelen budağıdır. İmâm ile namaz, zekat, oruç,hac tamamlanır. İmâm ile fey’i ve sadakat çoğalır, İmâm ile hadlar ve hükümler uygulanır ve sınırlar korunûr.
• Kim nefsini hesaba çekerse kazanır, kim gâfil olursa ondan ziyan eder, kim Allâh’tan korkarsa güvene kavuşur, kim ibret alırsa basiretli olur, kim basiretli olursa anlar ve kim anlarsa bilgisi çoğalır.
• Kendini beğenmenin dereceleri vardır; bazen kul kendi kötü amelini iyi sayar ve iyi bir iş yaptığını zanneder , bazen de kul Allâh’ına İmân getirir ve (İmânıyla) Allâh’a minnet koyar. Halbuki İmân Allâh’ın bir minnetidir ona.
• Namazın Cemaâtle kılınması Allâh’a ihlas, teslim ve ibadetin, tevhid ve İslâmın açıkça yapılması ve gözler önüne serilmesi içindir. Çünkü bunların aşikar oluşu doğuda ve batıda yaşayan herkese Allâh’ın hüccetidir. Yine Cemaât dilleriyle ikrar ettikleri halde dini hafife alanların ve münafıkların İslâmın Zâhirini yaşamaya mecbur olmaları ve insanların, birbirleri lehine Şâhitlik yapabilmeleri içindir. Bunlarla birlikte Cemaât , takvanın ve iyiliğin yaygınlaşmasına yardımcı olur, bir çok masiyetinde önünü alır
• Allâh’u Teâla şarabı haram kılmıştır. Çünkü şarap bozulmaya ve onu içen kimsenin şuurunu yitirip Allâh’ı inkâr etmesine, Allâh’a ve Resullerine iftirada bulunmasına sebep olur. Yine şarap fesat, öldürme, birbirini itham etme, zina ve Allâh’ın haramlarından çekinmemeye yol açıyor, içinde sarhoş edici bir maddenin bulunduğu herşeyin haram olduğuna hüküm verdik. Çünkü şarabı içmekle meydana gelen sonuçlar onlarda da vardır. Öyleyse Allâh’a ve ahiret gününe inanan biz Ehli Beyti seven ve bizi dost tutmakla şereflenen herkes her türlü sarhoş edici meşrubattan uzak dursun. İçki içenlerle bizim aramızda hiçbir bağ yoktur.
• Orucun niye emrolunduğu sorulacak olursa şöyle denir: Açlık ve susuzluğun zorluğunun görülerek ahiretin fakirliklerinin anlaşılması oruçlunun, Allâh karşısında huşu içerisinde,ezik,ümitli,açlık ve susuzluk karşısında sabırlı olması ve böylece mükafatı hâketmesi içindir.Bununla birlikte oruç,şehvetlerden arınmaya sebeb olur.Yine orucun farz kılınışı,dünyada insanlara bir öğüt olup onları,kendi mükellefiyetlerini yerine getirmeye yöneltmek ahiret için bir kılavuz olmak , dünyadaki yoksulların durumunu anlatmak,Allâh tarafından malı olanlara farz kılınan fakirlerin hâklarının eda eda edilmesine vesile olması içindir.
• Allâh boşuna cedelleşmeyi,israfı ve ağız açmayı sevmez.
• Yedi şey olmadan yedi şey alay sayılır: Her kim kalpten pişman olmadan diliyle bağışlanmasını dilerse kendisiyle alay etmiştir. Her kim Allâh’tan tevfik ister , ciddiyet göstermezse kendisiyle alay etmiştir. Her kim ihtiyatlı olmak ister, sakınmazsa kendisiyle alay etmiştir. Her kim Allâh’tan cenneti niyâz eder sıkıntılarda sabırlı olmazsa kendisiyle alay etmiştir. Her kim cehennemden Allâh’a sığınır dünyevi lezzetleri terk etmekse kendisiyle alay etmiştir. Her kim Allâh’ı zikreder ona kavuşmaya aşık olmazsa kendisiyle alay etmiştir.
• Gerçekten Allâh’u Teâla kullarını her çeşit kumardan nehyetmiştir ve ondan uzak durmayı emr etmiştir: Çünkü buyurmuştur ki “ ... Ve kumar şeytan ameli olan bir pisliktir” Mesela satranç ve tavla vb. kumar sayılır . Tavla satrançtanda kötüdür. (karşılıklı zar atmak peygamber (sav) tarafından yasaklanmıştır)
• Namazın farz edilişi Rab olan Allâh’ın şeriki olmadığını itiraf ve Cebbar olan Allâh önünde zillet, aşağılık ve huşu içinde geçmiş günahlarını itiraf edip af dilemek içindir. Günde beş kere Allâh’ı büyük sayarak yüzü yere koymak olan namaz Allâh’ı devamlı hatırda tutup unutmamak, korku içinde onun huzurunda kendi zelil saymak din ve dünya ile ilgili olarak verdiği nimetleri arttırmasını istemektir. Gece gündüz Allâh’ı hatırlatarak insanın azmasını ve haddi aşmasını önleyen namaz, Mevlâsını, yöneticisini, yaratıcısını unutmamasını sağlamaktır. Rabbini hatırlayarak onun huzurunda durmak, günah ve fesatların önünü alır.
• Allâh’u Teâla Kur’an da üç şeyi üç şeyle birlikte istemiştir. Namazı zekatla birlikte istemiş, kim namaz kıldığı halde zekat vermezse, onun namazı da kabul olmaz Allâh , kendisine ve ana-bâbaya itaati birlikte emretmiş kim ana-bâbaya ihtiram göstermezse, Allâh’a da şükr etmemiş sayılır. Allâh’tan korkmayı akrabayla iyi ilişkiyle birlikte emr etmiş, kim akrabasıyla ilişkisini keserse Allâh Azze ve Celle’den de gerektiği gibi çekinmiş sayılmaz.
• Kaçınılması gerekli olan büyük günahlar şunlardır: Allâh’u Teâla’nın öldürülmesini haram ettiği nefsi öldürmek, zina ve hırsızlık yapmak, şarap içmek, ana babaya itaatsizlik etmek, cihattan kaçmak: zorla yetimin malını yemek, murdar olan bir şeyi, kanı, domuz etini, Allâh’ın adı anılmadan kesilen bir hayvanı zaruret olmadan yemek, faiz ve haram mal almak, kumar oynamak, ölçü ve tartıda eksik vermek, iffetli hanımlara iftira etmek, livata yapmak , yalan yere şehadet etmek, Allâh’ın rahmetinden ümitsiz olmak, Allâh’ın cezasından korkmamak, zâlimlere yardım etmek ve onlara yaslanmak, yalan yere yemin etmek, darlıkta olmaksızın halkın hâkkını( borcunu) vermemek, yalan konuşmak, kibirli olmak, israf ve tebzir etmek, hiyanet etmek, haccı küçümsemek Allâh’ın velileriyle savaşmak, boş şeylerle uğraşmak ve günahta ısrar etmek.
• Hırs ve hasetten kaçının çünkü geçmiş ümmetleri bu ikisi helâk etmiştir. O mü’min ve hür insanda bulunmayan bir afettir ve İmâna aykırıdır.
• Her kim müslüman fakirle karşılaşır ve zengine verdiği selâmdan farklı bir şekilde ona selâm verirse kıyamet günü Allâh’ı kendisine gazaplı halde mülakat edecek.
• En iyi Ahlâk hayır işleri yapmak sıkıntıda bulunanların yardımına koşmak diğerlerinin isteklerini gerçekleştirmeye çalışmaktır. Cimrilik insanın haysiyetini yok eder.
• Temizlik peygamberlerin Ahlâkındandır.
• Peygamberlerin silahına sarılın “nedir peygamberlerin silahı? Diye sorulduğunda : “ dua dır.” Diye cevap verdi”.
• Kulların en iyileri iyilik yaptıklarında sevinen , kötülük yaptıklarında istiğfar eden, onlara bir nimet verildiğinde şükr eden, imtihan edilince sabr eden, sinirlendiklerinde af eden kimselerdir.
• İmânın dört rüknü vardır: Allâh!a tevekkül etmek, Allâh’ın kazasına rıza göstermek, Allâh’ın emrine teslim olmak ve her şeyi Allâh’a havale etmek.
• Allâh’ı yaratıklarına benzeten kimse müşriktir. Nehy ettiği şeyi ona nisbet veren ise kâfirdir.
• Allâh bizim meselemizi ihya edene rahmet etsin. Sizin meseleniz nasıl ihya edilir dediğimde , bizim ilimlerimizi öğrenip halka öğretir buyurdu.
• İmân, İslâmdan bir derece faziletlidir, takva da İmândan bir derece faziletlidir, yakin de takvadan bir derece faziletlidir. Adem oğullarına yakinden daha faziletli hiçbirşey verilmemiştir.
• İmân, farzları yerine getirmek haramlardan kaçınmak, kalple Allâh’ı tanımak dille ikrar etmek ve azalarla amel etmektir.
• Zâlim yönetici için çalışmak ona yardım etmek, ihtiyaçlarına gidermeye uğraşmak kâfirliğe eşittir . Onun yüzüne de bilerek bakmak , ateşi müste hâk kılan büyük günahlardandır.
• Allâh , insanları, Cennet ve ateşle müjdeleyip korkutmasaydı, yine de hâketmedikleri halde lütuf ve iyilik olarak verdiği nimetler karşılığında Allâh’a itaat etmeleri ve isyan etmemeleri gerekirdi.
• Âl’i Muhammed’e (Ehli Beyte) dostluk ümidiyle aslâ Allâh’a ibadeti ve salih amel yapmayı terketmeyiniz.
• Susmak bir nevi hikmettir. Boş yere konuşmamak muhabbeti arttırdığı gibi, her hayırın da rehberidir.
• Dosta karşı alçak gönüllü, düşmâna karşı tedbirli, halka karşı da güleryüzlü ol.
• Cimrinin fikri rahat bulmaz, haset eden, yaşayıştan zevk alamaz, padişahın vefası olmaz, yalancının ise yiğitliği olmaz.
• Şarap içenle oturup kalkma, ona selâm da verme.
• Bir yudum suyla bile olsa sılayı rahim et; sılayı rahimin en iyisi de akrabaya eziyet etmemektir.
• Sadaka ver çünkü Allâh yolunda verdiğin şey ez da olsa niyetin doğru olduğu müddetçe çok büyüktür.
• Dostlarınızla samimiyet kazanmak için birbirinizin ziyaretine gidiniz.
• Günahtan tevbe eden, günah işlemeyen kimse gibidir.
• Malın en iyisi, haysiyetini korumak için harcanandır.
• Aklın en üstün mertebesi, insanın kendi nefsini tanımasıdır.
• Kendisi ve ailesinin geçimi için çalışan kimse, Allah yolunda cihad edenler gibidir. Birinden söz ediyorsanız, onu saygı ile anın. Temiz olun. Çünkü temizlik peygamberlerin adetidir. İnsanın en kötüsü, kendisinden faydalanılmayandır. Müslümana ihanet eden, bizden değildir.