• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/pages/Abdülkadir-Geylani-Derneği/449321835176851
  • https://twitter.com/KADRDERV
SİTE MENÜSÜ
GÖRÜNTÜLÜ MEALLİ KUR'AN-I KERİM HATMİ ŞERİFİ
NAMAZ VAKİTLERİ
Site Haritası

İmam Muhammed Bakır

İMAM MUHAMMED BAKIR (r.a.) 



Hz.İmâm Muhammed’ül Bâkır, Hicret’in 57. yılında, Safer ayının 3. günü Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmişlerdir. Babaları Hz.İmâm Zeynel Âbidin Ali’dir, anneleri Hz.İmâm Hasan’ın kızları Fâtıma’dır. Böylece hem baba, hem ana tarafından soyları Hz.Ali’ye ulaşmaktadır.

Hz.İmâm Muhammed Bâkır’ın künyeleri “Ebû Cafer”dir. Lâkapları “Bâkır”dır. Bâkır; “Yaran, açan” anlamlarına gelmektedir. İlmi, hikmeti yarıp açtıkları, bilgi de kendilerine bir engel, bir sınır tasavvur edilemediği, ilmi tamamıyla kavradıkları cihetle bu lâkapla anılmışlardır. Hz.İmâm Muhammed’ül Bâkır’ın 4 erkek, 3 kız olmak üzere 7 evlâtları olmuştur. Soyları, Hz.İmâm Cafer’üs Sâdık’tan yürümüştür.

Babası Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in Hak’ka kavuşmasından sonra imâmeti devr alan Hz.İmâm Muhammed Bâkır, babasının yolundan hiçbir zaman ve hiçbir şekilde ayrılmamıştır. Hz.İmâm kendisine başvuran ihtiyaç sahiplerini her zaman dikkatle dinlerdi ve onları hoşnut edebilmek için elinden gelen gayreti sarfederdi. Onlar da Hz.İmâm Muhammed Bâkır’dan râzı olurlardı.

Hz.İmâm Muhammed Bâkır, gayet doğru sözlü, halûk, iyilik sever bir zattı. Onunla bir defa konuşan hemen tesirinde kalırdı. Aynı zamanda ihsân bakımından, dünyanın eli en açık kimsesiydi. Vaktini ya ibâdetle, ya ilim tahsil etmekle, ya bildiği şeyleri başkalarına öğretmekle, ya kendisine başvuranlara doğru yolu göstermekle, ya da muhtaçlara ihsânda bulunmakla geçirirlerdi. Hayatı da hep bu çalışmalar içinde geçmiştir.

Zamanında yaşamış olduğu bütün âlimler, Hz.İmâm Muhammed Bâkır’ın ilim bakımından yüksekliğini kabul etmekte ittifak etmişlerdir.

Bir seferinde Kur’ân-ı Kerîm’de geçen; «Bilmiyorsanız, bilmediklerinizi zikir ehline sorunuz» şeklindeki âyetin manâsı kendisine sorulmuş, Hz.İmâm da şu cevâbı vermiştir: “Zikîr ehl-i biziz.” Bu söze yanındaki âlimlerden hiçbiri itiraz etmemiştir. En tanınmış din âlimleri, zaman zaman halledemedikleri meselelerle karşılaştıkları zaman, mutlaka gelir, Hz.İmâm Muhammed Bâkır’a başvururlardı. Hz.İmâm da hiçbirini yanından tatmin edilmemiş olarak göndermezdi. Hepsinin de takıldıkları noktaları aydınlatmanın yolunu bulurdu ve onları kelimenin tam manâsıyla tatmin ederdi.

Hz.İmâm Muhammed Bâkır son derece güzel konuşurdu. Hemen hemen her sözünde derin hikmetler mevcuttu. Hz.İmâm’ı dinleyen, huzûrundan ayrıldıktan sonra da uzun müddet kendisini bu sözlerin tesirinden kurtaramazdı.

Mekkeli bilgin Abdullah bin Atâ;
“Bilginlerin, Muhammed Bâkır’ın huzûrunda küçüldükleri gibi, hiçbir kimsenin huzûrunda küçüldüklerini görmedim Hatem bin Uteybe’nin, toplumu içinde o kadar büyük, kadri o kadar yüceyken, onun huzûrunda, mualliminin huzûrundaki küçük çocuğa döndüğünü gördüm” demiştir.

Hz.İmâm Muhammed Bâkır’ın ilmi, sadece din işlerine inhisar etmiş değildi. Hz.İmâm, ilmin, bilginin her cephesiyle meşgul olurdu. Kendisine hangi konudan bir şey sorulacak olursa, cevâbını mutlaka doğru olarak verirdi.

Hz.İmâm Muhammed Bâkır, kendisinden yardım isteyen her fakire mutlaka yardımda bulunurdu. Açları doyurur, çıplakları giydirirdi. Kendisini ziyaret eden dost ve ahbaplarının bu ziyaretlerini, mutlaka iade ederdi. Hz.İmâm Muhammed Bâkır’ın meclisleri, bir çeşit ilim meclisleri olurdu. Burada bulunmak ve kendisinden feyiz almak, her kula nasip olmaz saadetlerdendi. Irak’ta olsun, Hicaz’da olsun, başka yerlerde olsun, yetişen din bilginlerinin çoğu kendisinden feyiz almışlardır.

Hz.İmâm Muhammed’ül Bâkır, babalarının kurduğu gerçek ve ilâhi medreseyi devam ettirmişlerdir. Hz.İmâm Muhammed Bâkır, kendisi senet göstermeden, yani rivâyet edicisinin adını zikretmeden bir hadîs-i şerifi okuduğu zaman, bunun sahih bir hadîs olduğundan kimse şüpheye düşmezdi. Çünkü şöyle söylerdi; “Ben bir hadîs okudum, rivâyet edenini anmadım mı bilin ki onu mutlaka babamdan duymuşumdur. Babam da babasından, babası da ceddim Resûlullah’tan duymuştur.”

Bu şekilde rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden bir tanesi şudur:
“İşlerin zoru üçtür; Kardeşlerle mal hususunda iyi geçinmek, menfaat söz konusu olunca insanlara karşı insafla muamelede bulunmak, her durumda Allah’ı anmak.”

Tasavvuf inancını benimseyen ve kendini ibâdete vermiş olan Muhammed bin Münkedir; “Muhammed bin Ali’yi görünceye dek Ali bin Hüseyin’in, fazîlet yönünden kendi gibi bir halef bıraktığını ummazdım; ben ona öğüt vermek isterken o bana öğüt verdi” der ve şu olayı anlatır:

“Hararetim bastığı bir saatte Medine dolaylarında gezerken, Muhammed bin Ali’ye rastladım. Pek yorulmuştu, yanındaki iki kişiye dayanarak yürüyebiliyordu; adam akıllıda terlemişti. Ona, «Hâşimi ulularından olan senin gibi bir kişinin, bu saatte dünya için bu derece yorulmasını, hiç de doğru bulmuyorum» dedim. Hz.İmâm bu söz üzerine dayandığı kişileri itti, doğruldu da bana dedi ki:

«Vallâhi bu halde ölüm gelip çatsa, beni Allah’a edilen ibâdetlerden biriyle meşgul olarak bulur; çünkü bu halimle ben, kendimi senden de, bütün halktan da çekmişim, ehlimin-ayâlimin rızkı için çalışmaktayım; Ben, Allah’a karşı irtikâb edilen bir suçu işlerken, ölümün gelip çatmasından korkarım» Bu sözü duyunca; «Allah sana rahmet etsin» dedim; «Sana öğüt vermeyi isterken, sen bana öğüt verdin.»”

Hz.İmâm Muhammed Bâkır’ın zamanları, Ümeyye oğullarından Mervan oğlu Abdülmelik ile oğulları Velid ve Süleyman'ın, Abdülaziz oğlu Ömer’in ve yine Abdülmelik’in oğullarından Yezîd’le, Hişâm’ın saltanatlarına rastlar. Abdülmelik öyle bir kişiydi ki, kendisine saltanat müjdelendiği zaman, okumakta olduğu Kur’ân’ı Kerîm’i;“Bu seninle son görüşmemiz” deyip elinden bırakmıştı. Abdülmelik saltanata oturunca, amcasının oğlunu saltanatta kendisine rakip gördüğü için sarayına konuk çağırmış ve onu kendi eliyle öldürmüş sonra da Şam mescidinde minbere çıkıp; “Bundan böyle, kim benim yaptığım işe dâir bir soru sorar veya îtirâz ederse cevâbını ancak kılıçla alır” demişti.

Şimdi bu devirde bir de Şam’da olup bitenlere bakalım. Muâviye’nin kurduğu saltanat ne âlemde idi? Onun halefleri ne ile meşgul idiler? Ne yapıyorlardı?
Bütün bunları bilmek, akıl ve izân sahipleri için pek güzel bir mukayese imkânı hazırlar. Biz Hz.Ali’nin torunlarının nasıl yaşadıklarını birer birer anlatırken, Şam’da yaşanılan olayları anlatmamak ve unutmak insafsızlık olurdu.

Hz.İmâm Muhammed Bâkır’ın imâmlık makamına oturduğu zamanda, Şam saraylarında fesat ve ahlâksızlık son haddini bulmuştu. Hz.İmâm Muhammed Bâkır çekilmiş olduğu ilim ve fâzilet dolu köşesinden bu manzarayı hayret ve hatta dehşet içinde seyrediyordu. Muâviye’nin soyundan, Mervan’ın soyuna geçen bu sahte Emîr’ül-mü’minlik, halka zorla kabul ettirilmek isteniyordu. Bunlar; Şam saraylarında hükümdarlar gibi yaşıyorlardı ve her çeşit sefâhat hayatının içine adetâ gömülmüşler, boğulmuşlardı.

Bunlar; emirlerini ancak kılıç kuvveti ile gördürebildikleri için sadece buna tapıyorlar, bütün varlıkları ile sadece bunu benimsiyorlardı. Bunlarda; fâzilet, doğruluk, adâlet gibi kelimeler çoktan unutulmuş, iş düpedüz bir rezâlet, ahlâksızlık ve zulme dökülmüştü. Şam saraylarında, Ümeyye oğulları rezâlet ve sefâhat içinde hayat sürerlerken, Hz.Ali’nin torunları ise Medine’de büyük bir fâzilet içinde hayatlarını devam ettiriyorlardı.

Bu halîfelerin içinde yalnız Mervan oğlu Abdülaziz’in oğlu Ömer, bir istisna teşkil ediyordu. Bu zât Hicret’in 99. yılında saltanata gelir gelmez ilk iş olarak; Muâviye’nin koyduğu pis ve kötü bid’atı, Cuma günleri hutbelerde Hz.Ali’ye hâşâ, zem edilmesini kaldırdı ve yerine; Kur’ân-ı Kerîm’deki şu âyetin okunmasını emretti:
“Gerçekten de Allah adâlet ve ihsânla muameleyi buyurur ve yakınları görüp gözetmeyi emreder; kötü olan, yapılmaması buyrulan şeylerden ve azgınlıktan isyândan nehyeyler; düşünüp anlamanız içinde size öğüt verir.” (Nahl 90. âyet)
Abdülaziz’in oğlu Ömer, daha sonra Hz.Muhammed’in Hak’ka kavuşmalarından sonra Hz.Fâtıma’nın elinden alınan Fedek hurmalığını, Hz.Fâtıma’nın soyuna geri verdi. Sonra Ümeyye oğullarının gasbettikleri şeyleri tekrar onlardan aldı, Beyt’ül-mâl’e (Devlet Hazinesi) iâde etti ve hak sahiplerine de devlet hazinesinden verilen payda, eşitliğe riâyeti şart koştu.

Ümeyye oğulları, Abdülaziz oğlu Ömer’in yapmış olduğu bu hareketlerini hoş görmediler ve onu zehirlettiler. Abdülaziz oğlu Ömer, bu zehirlenme sonucunda Hicret’in 101. yılında vefât etmiştir.

Arap milliyetçiliği, Arap olmayan Müslümanların aşağı görülmesi, gayr-i Arap olanları büsbütün incitmedeydi. Halifelerin sorumsuzluğu, yahût adâlet sâhibi olsun, olmasın, onlara itâatin lüzumu hakkındaki rivâyetler, artık söyleyenlerin dillerinde ve yazılmış sahifelerde kalıyordu.

Hz.İmâm Hüseyin’in, mazlûm olarak din, îman adına, ümmetin selâmeti ve İslâm’ın, insanlığın özgürlüğü uğruna şehâdeti unutulmuyor, yer yer ayaklanmalarla, intikam almaya kalkışmalarla yeniden yeniye canlanıyordu.
Hicret’in 120.yılında, Hz.İmâm Muhammed’ül Bâkır’ın tasvib etmemesine rağmen, Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in oğlu Zeyd, zamanın yönetimine karşı ayaklanmış; fakat onu şehit etmişlerdir. Hicret’in 125.yılında da Zeyd’in oğlu Yahyâ ayaklanmış; fakat o da şehit edilmiştir.

Bütün bu olaylar halka bir ibret olmuyordu. Kerbelâ fâciasını, Resûlullah’ın oğlunun şehâdetini, “Ehl-i Beyt’in” esaretini, Muhammed evlâdına revâ görülen zulümleri unutmayanlar için bir hatırlatma oluyordu. Kendilerine, Resûlullah’ın halîfesi ve mü’minler emîri lâkaplarını takanların sefâhatları, zulümleri, bu hatırlatmayı, en azından hoşnutsuzluk hâline getiriyordu. Ümeyye oğullarının kendi aralarında da hoşnutsuzluklar, hattâ ayaklanmalar başlamıştı; zulüm temelinin üstüne kurulan bu saltanat, artık çöküyordu.

Hz.İmâm Muhammed Bâkır, Ümeyye oğulları saltanatının son zamanlarında yaşamışlardır. Hz.İmâm; hükümetin bir yandan dıştaki, bir yandan içteki muhaliflerle uğraşmasından faydalanmışlar ve İslâm’ın gerçek esaslarını, ilmi, hikmeti yaymışlardır. Sahâbeden olup Hz.İmâm’ın zamanına ulaşanlardan ve tâbiinden birçok kişi, kendilerinden faydalanmışlar, rivâyetlerde bulunmuşlardır. Hz.İmâm Muhammed’ül Bâkır’ın bir de tefsirleri vardır.

Hz.İmâm Muhammed’ül Bâkır, Hicret’in 114. yılı (Milâdi 733) Zilhicce ayının 7. günü Hak’ka kavuşmuştur. Hz.İmâm Muhammed’ül Bâkır, Ümeyye oğulları tarafından zehirlettirilerek şehâdet makamına ermişlerdir. Ömürleri 57 yıl, 5 ay, 7 gün’dür.

Hz.İmâm Muhammed Bâkır vasiyyetleri mucibince, Hz.İmâm Cafer’üs Sâdık tarafından yıkanıp techîz ve tekfîn edilmişler, namazları da Hz.İmâm Cafer’üs Sâdık tarafından kılınmıştır. Hz.İmâm Muhammed Bâkır, Medine-i Münevvere’deki Baki mezarlığında, babaları Hz.İmâm Zeynel Âbidin’in yanına defnedilmişlerdir.

Kendilerinden sonra imâmet, oğlu Hz.İmâm Cafer’üs Sâdık’a intikal etmiştir.
En doğrusunu Allah bilir.
 

Vecîzelerinin Bir Kısmı 

Allah o mümine rahmet etsin ki; dilini tutar da kötü söz söylemez. Çünkü bu, Cenâb-ı Hak’kın kendisine verdiği sadakadır. Dilini tutmadıkça hiç kimse, günahlardan kurtulamaz.

Amel ancak bilgi ile beraber olursa makbuldür. Bilgi de amelle olur. Bilgi sahibine bu bilgisi, ameline kılavuzluk eder. Bilgisiz kişinin ameli ise beyhudedir.
Aşağılık ruhtaki bir kimsenin silâhı; kötü sözdür, iftiradır.

Bilgisinden faydalanılan bir bilgin, ibâdetle meşgul olan bin kişiden daha yararlıdır. Bir bilginin ölümü, şeytanı yetmiş ibâdet edicinin ölümünden daha çok sevindirir.

Bu dünyada bir büyük belâya çatmış bulunuyoruz. Zira bu halk, bizim göstereceğimiz yoldan başka Hak’ka giden bir yol bulamaz. Buna karşılık ne yazık ki; bunlar çok defa bizim sözümüzü dinlemezler.

Cenâb-ı Hak’kı her zaman aklınızda bulundurun; tâ ki sizleri görünmez kaza ve belâlardan korusun!

Doğru ve güzel sözü kim söylerse söylesin; bunu kabul ediniz. Varsın isterse bu sözü söyleyen sözünü tutmasın. Çünkü Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de; “Onlar ki doğru sözü dinlerler ve sözün güzeline uyarlar; Allah’ın doğru yola götürdükleri kişiler kendileridir.” buyurmuştur.

Doğruluk ve hidâyet kapısını bilene, onunla amel edenin ecri kadar ecir verilir. Onunla amel edenle, ecirlerinden de bir şey eksilmez. Buna karşılık sapıklık yoluna giden, bir sapıklık icat eden kimseye de, o sapıklıkla amel edenlerin işledikleri günah kadar günah yazılır. O sapık yolda gidenlerin günahlarından da bir şey eksilmez.

Eline fırsat geçer geçmez bundan âzâmi istifadeye sakın kalkışma! Fırsatçılık meydanı öyle bir meydandır ki, bu meydana düşenleri sonunda mahrumiyete götürür.

Gönül zenginliği gibi zenginlik yoktur. Gönül fukaralığı kadar da, fukaralık yoktur ve olamaz. En yüksek irfân, kendi kendini tanımaktır. İyi sıhhat kadar büyük bir nimet bulunamaz. Başarı kazanmak kadar âfiyet yoktur. Gayreti ve azmi uzattıkça uzatmak gibi yücelik olamaz. Dünya mallarına karşı isteği azaltmak kadar zahitlik yoktur. İnsaf kadar adâlet olamaz. Hevâ ve hevese uymak kadar günah işlenemez. Allah’ın farzlarını yerine getirmek gibi itâat yoktur. Akılsızlık kadar musîbet düşünülemez. İşlenen bir suçu küçümsemek kadar fena şey olamaz. Haksızlığa ve kötülere karşı savaşmak gibi üstünlük yoktur. Gönül isteği ile savaşmak kadar da savaş olamaz. Öfkeyi yenmek kadar kuvvet yoktur. Tamah etmek derecesinde alçalış da olamaz.

Gönülleri aydın olanlar, ka’tiyyen dünya işleri peşlerinde koşmazlar. Her zaman öteki dünyayı düşünürler. Onların kulakları, gökten gelen seslere açık, gözleri ilâhi nur ile doludur. Gökten gelen sesleri gönül kulağı ile dinlerler ve bunları sanki öz kulakları ile dinliyormuş gibi olurlar. Onların gönül gözleri ile gördüklerini, bayağı gözlerle görmek mümkün değildir. Ve neticede en temiz olanların makamlarına erişirler. Bunlar pak ve olgun dostlardır. Seni her zaman saâdet yoluna yolcu ederler. Sana her zaman fazîlet ve kemâl yolunu gösterirler.

Güler yüz ile tatlı söz; insana sevgi ve saygı kazandırır. Asık surat ile kötü söz ise, ancak nefret uyandırır. Böyleleri, insanları Allah’tan uzaklaştırır.
Günah işlemekten, sapık yollara düşmekten çekinin! İbâdette kusur etmeyin! Yalandan sakınıp ancak doğru söyleyin! Emanete ihânet etmeyin! İyi kimse olsun, kötü kimse olsun; size biri bir şey emanet etti mi, onu istediği vakit bunu kendisine geri verin! Bana Ali bin Ebû Tâlib’i öldüren bile bir şey emanet etseydi, bunu kendisine geri verirdim.

Her işinde doğru ol! Boş ve beyhude işlerle uğraşmaktan sakın! Düşmanından her zaman çekin ve dostunu da çekindir!

Her üstün ve iyi şeyden daha üstünü ve daha iyisi; adâlet ve ihsândır. Onun için Cenâb-ı Hak; adâlet ve ihsânı emreder.

İnsanın ilmi ile beraber hilmi de olması ne kadar güzel olur. Sabırlı ve bilgili olmak, fazîletlerin en üstünüdür.

İnsanın yüreğine az olsun, çok olsun bir defa kibir girecek olursa, bu kibir ne miktar girerse, aklı da o miktar da azalır.

İnsanoğlu için şu noksanlık yeter ki; Başkalarının kabahatlerini sayıp döktüğü halde, kendi kabahatini ve ayıbını görmez. Başkalarını kötü yola gitmekten men eder de, kendisi o kötü yolun yolcusudur. Ve hiçbir menfaati olmadığı halde, halka zulüm ve eziyet edilmesinden sevinç duyar.

Kardeşinde bile bulunsa, onda gördüğün fakat Allah’ın örttüğü bir kusuru söylemen fena bir şeydir. Onda olmayan kusuru söylemen ise iftiradır.

Kibirli ve gururlu olanlar ahmak bir cemâattir. Onların ahmaklıklarının ölçüsü, kibirleri ile mütenâsibtir. Yani ne kadar kibirli olursa o kadar ahmaktırlar.

Kullar, Cenâb-ı Hak’kın dergâhında duâ ettikleri zaman, bunu içten gelen huzûr ile yapmalıdırlar. Makbul olanı budur. İlâhi kaza ve belâyı, içten gelen duâdan başka hiçbir şey geri çeviremez.

Pişmanlık gözyaşları ile ıslanan yüzü cehennem ateşi yakmaz.
Şeref ve servet insanın vücudunda dolaşır. Nihayet sonunda tevekkül evine yerleşir. Orada karar kılar.

“Ehl-i Beyt’i” sevenler üç kısımdır. Bir kısmı bizlerle geçinenlerdir. Bir kısmı sırça gibi çabucak kırılıp gidenlerdir. Bir kısmı ise kırmızı altın gibidir. Ateşe girdikçe, zahmet ile karşılaştıkça değeri artar.

Şu zât gözümde çok büyüktür. Çünkü dünya onun gözünde küçülmüştür.

Temizlik ve iffet kadar bir şey, Cenâb-ı Hak’kın indinde makbul değildir. Karnı haram lokma ile doldurmaktan ise aç bırakmak ve nefsi körleterek, başkalarının iffet ve namusuna tecavüz etmemek evlâdır.
 

"Rızkın gerileyince bil ki kusurundadır."

"Bir kimsenin kalbine kibirlik girerse, illa aklında az veya çok eksiklik var demektir."

Oğlu altıncı imam Caferi Sadık’a şöyle nasihat etmiştir:
"Hiç bir hayrı, doğruyu küçümseme."
"Hiç bir günahı küçümseme."
"Allah evliyasını da insanlar içinde gizlemiştir. Hiç bir insanı küçümseme, hor görme. Belki o küçümsediğin kul, hakkın velisi olabilir."
"Dünyayı gözünde küçük gören, benim gözümde büyük görünür."
"Allah’a en sevimli gelen şey, dua edilerek kendisinden bir şeyin istenilmesidir."
"İster rahatta, ister sıkıntıda olsun her daim Allah’ı zikretmeli."
"İlmi ilim sahibinden öğreniniz. Alimler size ilim öğrettiği gibi, siz de diğer insanlara öğretiniz."
"Kendisinde mevcut olan bir kusuru başkasında arayan ve kendi işlemekte olduğu ayıbı başkasına yapmasını söyleyen kimse ne kadar hatalıdır."
"Dünya uykuda gördüğün rüyaya benzer. uyandığın vakit hiç bir şey kalmamıştır."

İmam Muhammed Bakır Kimdir?
Adı: Muhammed

Künyesi : Ebu Cafer

Lakabı : Bakır

Baba adı : Ali ibn Hüseyin

Anne adı: Fatıma bint Hasan

Doğum yeri: Medine

Doğum tarihi: 1 Recep  57.h.

Peygambere (s.a.a) olan yakınlığı: Torunu

Şehadet yılı :7 Z.Hicce 104 veya 107 h.

Şehadet yeri : Medine :

Şehadet sebebi : Emeviler’den İbrahim bin Velid’in zehirlemesi

Çocukluk Dönemi
İmam Bakır (as) dört yaşına kadar  Medine’de idi Muaviye’nin ölmesi ve Yezid’in baskılarının başlaması ile İmam Hüseyin ve babası ile beraber Mekke’ye ve daha sonra Kufe’ye hareket etti ve Kerbela’daki Ehlibeyt katliyamına dört yaşında şahit oldu ve daha o yaşlarda uzun yolculukların ve esaretin sıkıntılarını tattı.

İmam Bakır (a.s)’ın değerli babasının ismi İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s), değerli annesinin ismi ise İmam Hasan (a.s)’ın kızı Fatıma’dır. Bu yüzden  İmam Bakır (a.s)’a, baba ve anne tarafından, hem Haşimi, hem de Alevi demişlerdir.

İmam Sadık (a.s), İmam Bakır (a.s)’ın annesi Fatıma hakkında şöyle buyurmuştur: “O, Sıddika (doğru konuşan) biri idi. Âl-i Hasan (İmam Hasan -a.s-) evlatları arasında onun gibi bir kadın görülmemiştir.”

Hazretin en meşhur lakabı, Resulullah (s.a.a) tarafından kendisine verilen “Bakır” lakabıdır. Cabir bin Cufi, İmam Bakır’a bu lakabın verilmesinin sebebini şöyle açıklamıştır: “İnnehu bekar’el- ilme bakren” yani İmam Bakır (a.s) ilmi tam manasıyla yarıp açıklamıştır.

İmam Bakır (a.s), ömrünün üç yılını İmam Hüseyin (a.s)’ın imameti döneminde, otuz sekiz yılını da değerli babasının yanında geçirmiştir. Hicretin 95. yılında değerli babası İmam Seccad (a.s)’ın vefat etmesiyle Hazretin İmamet dönemi başlamıştır.

İmamet Dönemi
Bu verimli dönem, oğlu İmam Sadık (a.s)’ın tanıklığıyla 19 yıl iki ay sürmüştür. Bu dönem Emevi halifelerinden olan Velid bin Abdulmelik (H. K. 96), Süleyman bin Abdulmelik (H. K. 101), Yezid bin Abdulmelik (H. K. 105) ve Hişam bin Abdulmelik (H. K. 125)’in hükümdarlıkları dönemine rastlamaktadır.

Bu dönem Emevi kendi aralarında ve onlarla  Abbasiler arasındaki hilafet ve saltanat çekişmesi yüzünden Ehlibeyt’ten gafil olmuş ve çalışmalarına nezaret edememişlerdir, İmam Bakır (as)’da bu fırsatı değerlendirerek Ehlibeyt mektebini halka anlatmış, Kuranı ve Sünneti hakkıyla beyan etmişlerdir

Kerbela vakıasının meydana gelişi ve Ehl-i Beyt’in mazlumiyeti -ki o dönemde Ehl-i Beyt’i temsil eden dördüncü imamdı- insanlara Ehl-i Beyt’i sevdirmiş ve onlara aşık kılmıştı. Bu etkenler el ele vermiş, milleti özellikle Şia toplumunu sel gibi Medine’ye ve beşinci imamın huzurlarına akıtmıştı. Böylece beşinci imam için geçen imamların hiç birinin zamanında meydana gelmeyen İslami gerçekleri ve Ehl-i Beyt’in öğretilerini yayma imkanı ve ortamı oluştu. Beşinci imamdan nakledilen sayısız hadisler, rical kitaplarında ve fihristlerinde yazılı çeşitli İslami konular dalında o hazretin mektebinde eğitilen ve yetişen sayısız Şii bilginleri ve alimleri sözümüzün açık tanığıdır.

İmam Bakır (a.s), “Medine” şehrinde, Emeviler’in fikri ve ameli sapıklıklarına karşılık olarak asil diyaneti diriltme yolunda çok önemli çaba ve teşebbüslerde bulundu. O çabalardan bazıları, İslamî toplumda Ehl-i Beyt (a.s)’ın fikir ve görüşlerini savunup açıklayabilecek bazı fakih ve bilginler yetiştirmek olmuştur. Örneğin: Cabir bin Yezid-i Cufi, İmam Bakır (a.s)’dan yetmiş bin hadis öğrenmiştir. Zurara bin A’yen, Ebu Besir-i Muradi, Muhammed bin Muslim ve Bureyd bin Muaviye, İmam Zeyn’ul- Abidin ve İmam Bakır (a.s)’dan pek çok hadis öğrenip onları halka öğretmişlerdir. İmam Bakır (a.s) onların hakkında şöyle buyurmuştur:

”Eğer bunlar olmasaydı, kimse hidayet yolunu bulamazdı. Bunlar dinin koruyucuları, ve babamın, Allah’ın helal ve haramına olan eminleridir. Yine onlar dünya ve ahirette bize doğru yarışanlardır.”

Zikredilen şahıs ve diğer kimselerin İmam Bakır (a.s)’dan naklettikleri rivayetler, Şia fıkhının büyük bir bölümünü oluşturmaktadır.

Şehadet
Nihayet O mazlum İmam, Hişam bin Abdulmelik’in komplosuyla zehirlendi ve Hicretin 114. yılında Zilhicce ayının yedinci günü 58 yaşında iken gözlerini dünyaya kapattı. Mübarek naaşı ise, Baki mezarlığında, babası İmam Seccad (a.s) ve babasının amcası ve annesinin ceddi olan İmam Hasan (a.s)’ın kenarında toprağa verildi.

İMAM BAKIR (A.S)’IN FAZİLETİ VE SİRESİ

İmam Bakır (A.S)’In Makamı
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“And olsun ki, latif ve her şeyden haberdar olan Allah Teala bana şöyle haber verdi: “Hüseyin’in neslinden atası Ali ile aynı isimde olan bir evlat dünyaya gelecektir. Hüseyin dünyadan göçtüğünde O’nun oğlu olan Ali velayet sorumluluğunu üstlenecektir. O, Allah’ın hücceti ve İmamdır. Yine Allah Teala O’nun neslinden benimle aynı isimde olan, insanların hepsinden daha çok bana benzeyen, ilmi benim ilmim ve hükmü de benim hükmüm olan bir evlat dünyaya getirecektir. O, babasından sonra İmam ve hüccettir.” [1]
İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s) şöyle buyuruyor:
“İmamet O’nun (İmam Bakır’ın) evlatları arasında, Kâim’imiz (Hz. Mehdi) kıyam edip yeryüzünü adaletle dolduruncaya kadar devam edecektir. Şüphesiz O, İmamların babası, ilim madeni ve ilim kaynağı olan ve ilmi tam manasıyla açıklayan bir İmamdır. Allah’a and olsun ki O, herkesten daha çok Resulullah (s.a.a)’e benzemektedir.” [2]
Zeyd b. Ali şöyle diyor:
Babam Ali b. Hüseyin (a.s)’ın yanında idim. Bu sırada Cabir b. Abdullah-i Ensarî babamın yanına geldi. Hazret onunla konuştuğu sırada, kardeşim Muhammed (İmam Bakır –a.s-) odaların birisinden dışarı çıktı. Derken Cabir gözünü ona doğru dikti. Daha sonra O’na doğru hareket ederek şöyle dedi: “Ey genç, bana doğru gel.” O Hazret de geldi. Daha sonra; “Geri dön” dedi. O da geri döndü. Sonra şöyle dedi: “Bu gencin siması aynen Resulullah (s.a.a)’in siması gibidir.”
Cabir: “Ey genç, ismin nedir?” diye sordu.
İmam Bakır (a.s): “Muhammed.” buyurdu.
Cabir: “Kimin oğlusun?” dedi.
İmam Bakır (a.s): “Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib’in oğluyum.” dedi.
Cabir: “O halde sen Bakır’sın.” dedi.
Zeyd diyor ki: “Bu sırada Cabir, kendisini İmam Bakır (a.s)’ın üzerine atarak, O’nun baş ve ellerini öptü.” Sonra şöyle dedi: “Ey Muhammed! Resulullah (s.a.a), sana selamını ulaştırmamı istedi.”
İmam Bakır (a.s) da şöyle dedi: “En üstün selam Resulullah’a olsun. Ey Cabir! O Hazretin selamını bana ulaştırdığından dolayı sana da selam olsun.”
Cabir daha sonra namaz kıldığı yere döndü ve babamla konuşurken şöyle diyordu: Bir gün Resulullah (s.a.a) bana şöyle buyurdular:
“Ey Cabir! Evladım Bakır’ı gördüğünde, benden taraf ona selam söyle. Şüphesiz O, benimle aynı isimde ve insanların bana en çok benzeyenidir. O’nun ilmi benim ilmim, O’nun hükmü de benim hükmümdür. O’nun evlatlarından yedi tanesi, emin, masum, önder ve salih insanlardır. Onların yedincisi ise, Mehdi’dir. O, yeryüzünü zulüm ve adaletsizlik ile dolduğu gibi adalet ve özgürlükle dolduracaktır.”
Resulullah (s.a.a) daha sonra şu ayeti tilavet etti: “Onları, kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdir.”[3]

İlmi
Resulullah (s.a.a) Cabir’e şöyle buyurdular:
“Sen o kadar yaşayacaksan ki, Hüseyn’in neslinden olan Muhammed adlı evladımla karşılaşacaksın. O dini ilimleri yarıp açıklayacaktır. Onunla karşılaştığında selamımı ona ilet.” [4]
Muhammed b. Muslim şöyle diyor:
“Aklıma gelen her şeyi, Ebu Cafer (İmam Bakır)’den sordum. Öyle ki otuz bin hadis hakkında O’na soru sordum.”[5]
Abdullah b. Mekki şöyle diyor:
Alimlerin, Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Hüseyin (İmam Bakır)’in yanında küçüldüğü kadar hiç kimsenin yanında küçüldüğünü görmedim. Allah’a and olsun ki, Hakem b. Uteybe’yi, -halk arasında yüce bir şahsiyete sahip olmasına rağmen- O Hazretin karşısında, öğretmeninin karşısında (susup) duran küçük bir çocuk gibi gördüm.”[6]

Sevgisi
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kim gözü aydın (mutlu) olduğu bir halde Allah’la görüşmek istiyorsa, Muhammed Bakır (a.s)’ı sevsin.” [7]

İbadeti
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
“Babam (İmam Bakır -a.s-) çok zikrederdi. O’nunla yolda giderken, yemek yerken zikreder halde görürdüm. Halkla konuştuğunda, bu iş O’nu Allah’ın zikrinden alıkoymazdı. Sürekli olarak dua ettiğini ve şöyle dediğini: “La ilahe illellah” görüyordum. Bizi bir araya toplayıp güneş doğuncaya kadar zikirle meşgul olmamızı emrediyordu. Kur’ân okuyabilenlerin Kur’ân okumak, Kur’ân okuyamayanların ise zikir etmekle meşgul olmasını emrediyordu.”[8]
İmam Bakır (a.s)’ın hizmetçisi Eflah şöyle diyor:
Muhammed b. Ali (İmam Bakır –a.s-) ile haca gittik. Mescid’ul- Haram’a ulaştığımızda Ka’be’ye bakarak yüksek sesle ağladı. Ben Hazrete; “Anam babam sana feda olsun, sesinizi biraz kısınız; herkes sana bakıyor!” dedim. İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdular:
“Ey Eflah, vay senin haline! Neden ağlamayayım? Bu ağlamam Allah Teala’nın bana rahmet gözüyle bakmasına ve kıyamet günü kurtulmama sebep olabilir.”
İmam Bakır (a.s) daha sonra Kâbe’yi tavaf ederek, İbrahim (a.s)’ın makamının kenarında namaz kıldı. Başını secdeden kaldırdığında, secde ettiği yer İmam (a.s)’ın göz yaşlarıyla ıslanmıştı.[9]

Bağışı
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:
“Bir gün babamın yanına vardığımda, O’nun Medine halkının vekillerine sekiz bin dinar sadaka verdiğini gördüm.”[10]
İmam Bakır (a.s)’ın hizmetçisi Selma şöyle diyor:
İmam Bakır (a.s)’ın kardeşleri, O Hazretin huzuruna geldiklerinde, İmam (a.s) onlara güzel yemek yedirmedikçe, güzel elbiseler ve bir miktar para bağışlamadıkça, yanından ayrılmalarına izin vermiyordu. Ben bir gün İmam (a.s)’dan bu bağışları azaltmasını istedim. Hazret şöyle buyurdular:
“Ey Selma! Dünya güzelliği, kardeşlere iyilik etmekten başka bir şey değildir.” [11]

Ziyareti
İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyuruyor:
“Kim İmam Cafer Sadık veya babası İmam Bakır’ı (aleyhum’us- selam) ziyaret ederse; gözleri ağrımaz, hastalığa yakalanmaz ve küfür ve nifaka düşerek de ölmez.” [12]

Kalp Gözüyle Allah’ı Görmesi
Göçebe bir Arap İmam Bakır (a.s)’a: “Allah’a ibadet ettiğinde O’nu gördün mü?” diye sordu. İmam (a.s): “Görmediğim birisine (Allah’a) ibadet etmem” buyurdular.
Göçebe: “O’nu nasıl gördün?” sorduğunda ise İmam (a.s): “Gözler O’nu bakmakla göremez ama kalpler iman hakikatiyle O’nu görür” buyurdular.”[13]

Ahiret Hüznü
Cabir b. Abdullah diyor ki:
“İmam Bakır (a.s), bir gün evden dışarı çıkarken şöyle buyurdular:
“Ey Cabir! Allah’a and olsun ki, kalbim meşgul ve mahzun olduğu halde sabahladım.”
Cabir diyor ki, İmam (a.s)’a: “Canım sana feda olsun, hüznün nedir; kalbinin meşguliyeti nedir? Bunların hepsi dünya için midir?” diye sorduğumda buyurdular ki:

“Hayır, ya Cabir! Ahiret gamı ve hüznü içindir.”[14]

Namaz Ve Dua İçin Özel Elbise Giymesi
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Babamın sert (yumuşak olmayan) iki elbisesi vardı; namazını o elbiselerle kılardı.Allah’tan bir hacet dilemek istediğinde, o elbiseleri giyerek Allah’tan hacetini dilerdi.”[15]

Allah’tan Hacet Talep Etmesi
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam Allah’tan bir şey talep etmek istediğinde, onu öğle vakti talep ederdi. O şeyi talep etmeyi irade ettiğinde, önceden bir şeyi sadaka olarak veriyor, bir miktar güzel koku sürüyor ve camiye giderek o haceti için dua ediyordu.”[16]

Ka’be’yi Tavaf Etmesi
İbn-i Meryem diyor ki:
“İmam Bakır (a.s)’la birlikte ka’be’nin etrafını tavaf ediyorduk. İmam (a.s) tavaf ederken Rükn-ü Yemani’ye (Hacer’ul- Esved’e) yetiştiğinde elini ona sürerek şöyle dedi:
“Allah’ım, bana teveccüh et de tövbe edeyim; beni koru da bir daha (razı olmadığın şeye) dönmeyeyim.”[17]

Camiye Erken Gitmesi
Cabir diyor ki:
“İmam Bakır (a.s) cuma günleri erken saatlerde, (yani) güneş bir ok miktarınca yükseldiğinde camiye gidiyordu. Ramazan ayı olduğunda ise bundan daha erken camiye gidiyordu.”[18]

Cuma Guslü
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam (İmam Bakır -a.s-), cuma günü öğle vakti cuma guslü ediyordu.”[19]

Gece İbadetleri
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam – Allah’ın rızvanı ona olsun – ibadet için gece kalktığında, kıyamı (ayakta durmayı) uzatıyordu; rükûa veya secdeye gittiğinde onları uzatıyordu; öyle ki uykuya dalmış olduğunu sanıyorlardı ve ansızın onun “Lâ ilahe illellahu hakkan hakka…” dediğini duyuyorduk.”[20]

Gece Namazında Tevhid Suresini Okuması
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam (İmam Bakır -a.s-), İhlas suresi (sevap açısından) Kur’ân’ın üçte biriyle eşittir” buyuruyordu…
Benim yerimle babamın yeri arasında bir kapı vardı; gece namazı kıldığında, son üç rekatta (yani şef’ ve vitir namazlarında) İhlas suresini okuyordu.”[21]

Kur’ân Okuması
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Ebu Cafer (İmam Bakır -a.s-), Kur’ân’ı çok güzel bir sesle tilavet ederdi. Geceleyin kalkıp Kur’ân okuduğunda, su taşıyan ve diğer kimseler oradan geçerken durup onun kıraatini dinlerlerdi.”[22]

Allah’ı Görürcesine İbadet Etmesi
Ravi diyor ki:
“İmam Bakır ve İmam Sadık (a.s) namaza durduklarında renkleri değişiyordu; bazen kızarır, bazen de sararıyordu; sanki apaçık gördükleri biriyle münacat ediyorlardı.”[23]

Toplu Şekilde Dua Etmesi
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam İmam Bakır (a.s), kendisini kederlendiren bir sorunla karşılaştığında, kadın ve çocukları toplayarak dua ediyor, onlar da amin diyorlardı.”[24]

Sıkıntı Ve Belaya Uğrayanları Gördüğünde Allah’a Sığınması
Ravi diyor ki:
“İmam Muhammed Bakır (a.s), sıkıntı ve belaya uğrayan birini gördüğünde, sessiz bir şekilde “euzu billah” diyerek Allah’a sığınıyordu.”[25]

Şaban Ve Ramazan Aylarını Oruç Tutması
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki
“Babam, Şaban ayının orucu ile Ramazan ayının oruçlarının arasını bir günle ayırıyordu (yani bir gün hariç o ayların hepsini oruç tutuyordu).”[26]

Ramazan Ayında Kur’ân Okuması
Rivayete göre İmam Bakır (a.s), Kur’ân’ı Ramazan ayında on defa, yani her üç günde bir defa hatmediyordu.”[27]

Sürekli Okuduğu Dua
İmam Bakır (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam duasında şöyle diyordu:
“Rebbî eslih lî nefsî fe-inneha ehemm’ul- enfusi ileyye, Rabbî, eslih lî zürriyyetî fe-innehum yedî ve ezudî, Rebbî ve eslih lî ehl-i beytî fe-innehum lehmî ve demî, Rabbî, eslih lî cemaate ihvetî ve ehevatî ve muhibbî fe-inne salahehum salahî.”
“Rabbim! Nefsimi ıslah et; çünkü nefsim bana, bütün nefislerden daha önemlidir. Rabbim! Zürriyetimi (soyumu) ıslah et; zira onlar benim elim ve pazımdırlar. Rabbim! Âilemi ıslah et; çünkü onlar benim etim ve kanımdırlar. Rabbim! Kardeş, bacı ve dostlarımı ıslah et; zira onların salahı (iyiliği) benim salahımdır.”[28]

Yolculuğa Gitmek İstediğinde Ettiği Dua
Ravi diyor ki:
“Ebu Cafer (İmam Bakır -a.s-) yolculuğa gitmek istediğinde, âilesini bir odaya toplayarak şöyle diyordu:
“Allah’ım, bu sabah vakti kendimi, malımı, âilemi, hazır ve gâip olan evlatlarımı sana emanet ediyorum. Allah’ım, bizi koru ve bizi gözet. Allah’ım, bizi kendi civarında (sığınağında) karar kıl. Allah’ım, nimetini bizden alma; bize bağışlamış olduğun afiyet ve fazlını (ihsanını) değiştirme.”[29]

Evinden Çıkarken Okuduğu Dua
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki: “Ebu Cafer (İmam Bakır -a.s-) evinden çıktığında şu duayı okuyordu:
“Bismillahi harectu, bismillahi velectu ve alallahi tevekkeltu vela havle vela kuvvete illa billah’il- aliyy’il-azim.”
(Allah’ın adıyla çıkıyorum, Allah’ın adıyla giriyorum, Allah’a tevekkül ediyorum. Bütün güç ve kudret, yüce ve âzim olan Allah’tandır ancak.)[30]

Secdelerindeki Duası
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam secdelerinde şöyle diyordu:
“Allah’umme inne zann’en-nasi bî hasenun, feğfir lî ma la ye’lemun vela tuahiznî bima yekulune ve ente allam’ul- ğuyub.”
(Allah’ım, halkın bana karşı zanları güzeldir (bana hüsn-ü zanları vardır), öyleyse onların bilmedikleri şeyleri bana bağışla ve onların dedikleriyle beni muaheze etme (sorgulama) ve sen gaipleri bilensin.)[31]

Aksırma Anındaki Duası
Sa’d b. Halef şöyle diyor:
“İmam Bakır (a.s) aksırdığında, “Yerhamukellah” (Allah sana merhamet etsin) dediklerinde cevaben şöyle buyuruyordu: “Yeğfirullahu lekum ve yerhamekum” (Allah seni bağışlasın ve sana merhamet etsin)

Bir adam da onun yanında aksırdığında şöyle buyuruyordu: “Yerhamukellah” (Allah sana merhamet etsin.)[32]

Güldüğünde Ettiği Dua
İmam Bakır (a.s)’ın kölesi Eflah şöyle diyor:
“İmam Bakır (a.s) güldüğünde şöyle diyordu: “Allah’umme lâ temkutnî.” (Allah’ım, bana gazap etme.)[33]

İlmi Yararak Açıklaması
Cabir b. Abdullah-i Ensari şöyle diyor:
Resulullah (s.a.a) bana buyurdular ki:
“Sen o kadar yaşayacaksan ki, Hüseyin’in neslinden olup ilmi yaracak olan[34] Muhammed isimli evladımı göreceksin; onunla mülakat ettiğinde selamımı ona ilet.”[35]

Yol Arkadaşıyla Musafahası
Ebu Ubeyde el-Hazza diyor ki:
“İmam Bakır (a.s)’la bir mahmile binmiştik; İmam (a.s) bir ihtiyaç için aşağı inerek tekrar bindiğinde benimle musafaha ediyordu (tokalaşıyordu). Onun bu tavrına karşı dedim ki: “Güya bu el vermede bir şey (fazilet ve yarar) görüyorsun?”
Buyurdular ki: “Evet, mümin bir kimse mümin biriyle musafaha ettiğinde, ayrıldıkları zaman günahsız olarak ayrılırlar (Allah her ikisinin günahını affetmiş olur).”[36]

Bahşiş Ve İyilikten Usanmaması
Süleyman b. Kurm şöyle diyor:
“İmam Bakır (a.s), kardeşlerine, ona yönelenlere, ona ümit edenlere ve ondan bir şey bekleyenlere bağışta bulunuyor ve iyilik etmekten usanmıyordu.”[37]

Bağışının Herkesten Çok Olması
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam, akrabaları arasında mal açısından durumu daha düşüktü ama, masraf (ve bağışı) herkesten daha çoktu. İmam (a.s) her cuma günü bir dinar altın sadaka veriyordu.”[38]

Cömertliği
Ravi diyor ki:
“İmam Bakır (a.s)’ın, ailesi çok ve durumunun orta halli olmasına rağmen özel ve umumi insanlar hakkındaki bağış ve cömertliği aşikar ve yaygındı; kerem ve sahaveti meşhurdu; ihsan ve lütfü maruftu.”[39]

Doğruluğu, Güler Yüzlülüğü Ve Bağışı
Ravi diyor ki:
“İmam Bakır (a.s), insanların en doğru konuşanı, onların en güler yüzlüsü, rahmet ve bağış açısından ise onların en cömerdi idi.”[40]

Muhtaçlara İhtiramı
Ravi diyor ki:
“İmam Bakır (a.s)’ın evinden: “Ey dilenci, Allah sana bereket versin” veya: “Ey dilenci bunu al” denilmesi duyulmamıştır. İmam Bakır (a.s) sürekli ev halkına: “Muhtaç ve fakirleri en güzel isimleriyle çağırın” diye buyuruyordu.”[41]

Sadaka Verme Tarzı
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam (İmam Bakır a.s) bir şey sadaka verdiğinde, onu dilencinin eline bırakıyor, sonra onu geri alarak öpüp koklayarak tekrar dilenciye veriyordu. Bunun felsefesi ise, sadaka dilencinin (fakirin) eline geçmeden Allah’ın eline geçmesidir (Allah, fakirin eline yetişmeksizin o sadakayı kabul ediyor).”[42]

Arefe Günü Muhtacı Geri Çevirmemesi
Ravi diyor ki:
“İmam Bakır (a.s) Arefe günü, hiçbir dilenciyi (fakir ve muhtacı) eli boş geri çevirmiyordu.”[43]

Hizmetçilere Yardımda Bulunması
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Resulullah (s.a.a)’in mektubunda şöyle yazılmıştır: “Kölelerinizi zor olan bir işte çalıştırdığınızda, siz de onlarla beraber o işte çalışın.”
İmam (a.s) sonra buyurdular ki:
“Babam (İmam Bakır -a.s-), kölelere bir iş emrettiğinde onlara: “Kendi yerinizde durun” diye buyuruyordu. Daha sonra gelip o işe bakıyordu. Eğer o iş ağır bir iş olmuş olsaydı “bismillah” diyerek onlarla beraber çalışırdı. Ama eğer o iş kolay bir iş olmuş olsaydı, (onların kendileri yapmaları için) o işten uzaklaşırdı.”[44]

Âilesine Karşı Affı
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Babamın, kendisini inciten bir hanımı vardı, ama babam sürekli onu affediyordu.”[45]

Yemeğe Saygısı
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki: “Babam (İmam Bakır -a.s-)’ın eline bir yemek yapıştığında, o yemeği ululamak (ve ona saygı) için elini mendil ile temizlemeği sevmezdi; onu yalardı.”[46]

Ailesine Karşı Sabrı
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam (İmam Bakır)dan şöyle buyurduğunu duydum:
“Ben, Ebu Cehil karpuzundan daha acı olan bu kölem ve âilemin işlerine karşı sabrediyorum. Kim sabrederse, sabrı vasıtasıyla, gündüzleri oruç tutup geceleri ibadet edenin ve kılıcıyla Resulullah (s.a.a)’in önünde savaşıp şehid olanın derecesine ulaşmış olur.”[47]

Âilesi İçin Süslenmesi
İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
“Bir grup insan, İmam Bakır (a.s)’ın yanına müşerref olduklarında, O Hazretin, siyah boyayla sakalını (veya saçını) boyamış olduğunu görünce, bunun sebebini sorduklarında İmam (a.s) cevaben buyurdular ki:
“Ben, kadınları (hanımlarımı) seven bir erkeğim ve kendimi onlar için güzel göstermeye çalışıyorum.”[48]

Âilesine Ziynet Eşyaları Alması
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam (İmam Bakır -a.s-), çocuk ve hanımlarını altın ve gümüşle süslüyordu (yani onlara altın ve gümüşten olan gerdanlık, bilezik ve yüzük gibi eşyalar alıyordu).”[49]

 

 İMAM MUHAMMED BAKIR HAZRETLERİNİN ŞİİRLERLE BAZI MENKIBELERİ

 

 

Rabbine münacatı

Sevdiklerinden biri, bir günah işlemişti.

Hemen sonra, bu zatın huzuruna gelmişti.

Ona bir nazar edip, buyurdu ki: (Sakın ha!

Sen o kötü fiili yapmayasın bir daha!

Şu gördüğün duvarlar, olunca size perde,

Zannediyor musun ki, olurlar bizlere de?)

Biri de anlatır ki: İmam’ı görmek için,

Gidip, hizmetçisinden istedim bir gün izin.

Dedi ki: (İçeride, tam oniki kişi var.

Biraz bekleyiniz ki, çıkarlar şimdi onlar.)

Biraz sonra, içerden çıktı oniki kimse.

Baktım ki, herbirisi giymişler dar elbise.

İlk defa görüyordum ben böyle kimseleri.

Onlar çıkıp gidince, ben girerek içeri,

Dedim ki: (Bu kimseler kimlerdir ki efendim,

Onları, buralarda daha önce görmedim.)

Buyurdu: (O kimseler, cinni müslümanlardır.

Onların da, bizlere ihtiyaçları vardır.

Siz nasıl sorarsanız helal veya haramdan,

Onlar da bize gelip, sorarlar zaman zaman.)

Gece, geç vakte kadar ibadet ediyordu.

Sonra, Hak teâlâya şöyle yalvarıyordu:

(Ya Rabbi gece oldu, gökte çıktı yıldızlar.

Kullardan ses çıkmıyor, zira hep uykudalar.

Ya Rabbi sen dirisin, her şeyi biliyorsun.

Her kim ne yapar ise, sen elbet görüyorsun.

Uyuman, uyuklaman olmaz senin katiyen.

İman etmiş olamaz, seni böyle bilmeyen.

Sen, öyle çok kuvvet ve kudret sahibisin ki,

Seninkine nisbetle, hiç kalır gayrininki.

Rahmet kapılarını, açmışsın her insana.

Hemen kabul edersin, kim dua etse sana.

Senin nimetlerine, şükrederse kim eğer,

Sen ona, daha fazla gönderirsin nimetler.

İnanıp güvenerek, kim etse sana niyaz,

Elbet kabul edersin, o, asla reddolunmaz.

Kapına, güvenerek bir kimse gelse senin,

Geriye döndürmeye, gücü yetmez kimsenin.

Önümde, ölüm kabir, sonra mizan ve sırat,

Bulunduğu müddetçe, uyunur mu hiç rahat?

Sağdan mı, arkadan mı gelir amel defterim?

Ben bunu bilmedikçe, nasıl rahat ederim?

Yok iken ecel için belli vakit ve saat,

Dünya lezzetlerinden, alınır mı hiçbir tad?

Ya Rabbi, rahmetinden şöyledir ki muradım,

Ecelim geldiğinde, kolay olsun vefatım.

Oğluna vasiyeti

Bu büyük evliyanın, sıhhatli bir anında,

Oğlu Cafer-i Sadık bulunurdu yanında.

Vasiyet eyledi ki bu oğluna acilen:

(Ey oğlum, cenazemi sen yıka ölünce ben.

Namazlarda giydiğim bir gömlek var ya benim,

O gömleğe sar beni, odur benim kefenim.

Ve defnet cenazemi, pederimin yanına.

Senden gayri bir kimse, girmesin mezarıma.)

Oğlu Cafer-i Sadık, dinledi bu sözleri.

Dedi ki: (Babacığım, korkutmayın bizleri.

Sıhhatiniz iyidir, gecinden versin Allah.

Daha nice seneler yaşarsınız inşallah.)

Buyurdu ki: (Ey oğlum, babam Zeynel Abidin,

Bana işaret verdi, hazırlık yapmam için.

Buyurdu ki: Ey oğlum, yap ki vasiyetini,

Şu bir saat içinde, bekliyoruz biz seni.)

Hakikaten aradan geçince tam bir saat,

Muhammed Bakır dahi, eyledi Hakka vuslat.

Derdi ki: (Sen birine, ne miktarda muhabbet,

Beslersen, o da seni o kadar sever elbet.

Kim, Allah korkusundan ağlarsa gözyaşıyle,

O göz, yanmayacaktır Cehennem ateşiyle.

Gözlerden, bir damla yaş düşerse Allah için,

Allah, çok günahını affeder o kişinin.

Bir kimsenin kalbinde, ne kadar varsa kibir,

Aklında, o nisbette noksanlık var demektir.

Kul, Rabbine ne kadar dua ederse eğer,

Rabbi, onu o kadar beladan halas eder.

Kim, görmeyip kendinin hata ve kusurunu,

Gidip, başkalarında ararsa hem de bunu,

Yahut kendi yaptığı bir aybı, başkasından,

Menetmeye kalkarsa, ne fenadır o insan.

Ömürler, rüya gibi, gayet kısa andırlar.

İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.)

Oğluna nasihatta, buyurdu: (Oğlum, sakın,

Fasık kimseler ile, olma hiç yar ve yakın.

Cimri kimselerin de, uzak dur ki yanından,

Zira muhtaç olursan, çekinirler yardımdan.

Yalancı olanla da, dost olma ki ayrıca,

Dost görünür ve lakin değişir ayrılınca.

Ahmakla da arkadaş olma ki, bu gibiler,

İyilik yapacakken, kemlik yapabilirler.

Hısım akrabasını ziyareti terk eden,

Kimselerle, yaranlık eyleme ki yine sen,

Kur'anın üç yerinde, böyle olan kişinin,

Lanetli olduğunu gördüm de, bunun için.)

 

Feyiz kaynağı idi

Resul-i müctebanın torununun torunu.

Feyiz kaynağı bildi cümle veliler onu.

Altıyüz yetmişaltı yılında doğan bu zat,

Ellialtı yaşında eyledi Hakka vuslat.

Vakıf olduğu için ilimlerin hepsine,

(Bakır), yani çok üstün denildi kendisine.

Hazret-i Ömer ile hazret-i Ebu Bekr’i,

Çok sevip, methederdi sık sık bu büyükleri.

Bir gün hadis okuyup, dedi ki sonra hemen:

(Ebu Bek-i Sıddık’tır bunu bize nakleden.)

Dinleyenlerden biri, itiraz eyleyerek,

Dedi: (Onun ravisi, başkası olsa gerek.)

(Söylediğim gibidir) dedi ise de İmam,

O kimse, itiraza eyledi yine devam.

Bu kere toparlanıp, oturdu kürsüsüne,

Ellerini, edeple koydu dizi üstüne.

Dedi ki: (Ya hazret-i Ebu Bekr efendimiz!

Bu hadisin ravisi, sizler değil misiniz?)

O an, bir ses geldi ki: (Öyledir ya Muhammed!

Söylediğin hadisin ravisi benim elbet.)

Orada olanların, hepsi duydu bu sesi.

İtiraz edenin de, kalmadı bir şüphesi.

Bir gün de, Medine’de, bir gurupla o yine,

Otururken, bir ara başını eğdi öne.

Bir müddet öyle durdu tefekküre dalarak.

Sonra, şöyle buyurdu başını kaldırarak:

(Bundan bir sene sonra, Medine’ye, bir kimse,

Dörtbin askerle gelip, zulmederek herkese,

Üç günde, ahalinin öldürecek çoğunu.

O zaman ömrü olan, görecek elbet bunu.)

Tam bir sene sonunda, geldi Nafi bin Ezrak,

Öldürdü çok kimseyi, hem de zulüm yaparak.

O, inananlar ile, hep Medine şehrinden,

Çıkarak, kurtuldular o zalimin şerrinden.

İmam-ı a’zama da, birgün Muhammed Bakır,

Bakarak, kendisine şöyle buyurmuşlardır:

(Dinimizi bozanlar çoğaldığı bir zaman,

Sen canlandıracaksın bu dini o zaaftan.

Yolu şaşıranlara, sen olursun sığınak.

Ve o gün, korkanları sen kurtarırsın ancak.)

Sahabe-i kiramdan, Cabir bin Abdullah’a,

Gittiğinde, gözleri görmezdi onun daha.

Selamını alarak, sual etti: (Sen kimsin?)

O dedi ki: (Muhammed bin Ali bin Hüseyin.)

(Ey Resulün torunu, yanıma gel!) diyerek,

Onunla, muhabbetle müsafeha ederek,

Dedi ki: (Resulullah, bana buyurdular ki,

Benim oğullarımdan biri ile vakta ki,

Görüşünceye kadar, sen olursun hayatta. 

Muhammed bin Ali bin Hüseyin’dir o zat da.

Verecek Hak teâlâ ona nur ve hidayet.

Sen onu gördüğünde, benden ona selam et.)

Ona ulaştırarak selamını Resulün,

Fazla zaman geçmeden, vefat etti aynı gün.

 

 

Keramet sahibiydi

Talebesinden biri anlatır ki şöylece:

(Mekke’den, Medine’ye gitmiş idim bir gece.

Üstadımı görmeyi çok istiyordum, fakat,

Sabah olmamış idi, erkendi henüz saat.

O gece yarısında, geldim kapı önüne.

Kapıyı vurmak için, tereddüt ettim yine.

Dedim: (Gece yarısı, rahatsız etmeyeyim.

Gidip, sabaha kadar bir yerde bekleyeyim.)

Ben böyle düşünürken, duydum onun sesini.

Baktım, çağırıyordu kendi hizmetçisini.

Diyordu ki: (Kalk hele, dışarıda biri var.

Hemen içeri al ki, yağıyor yağmur ve kar.)

Sonra kapı açıldı, içeri girdim hemen.

Hürmetle öpüverdim mübarek ellerinden.

Biri dahi Kufe’de, bu mübarek veliyi,

Düşmanlara aldanıp, tanımazdı pek iyi.

O kimse, geldi birgün İmam’ın huzuruna.

Talebesi içinde, şöyle söyledi ona:

(Ben şöyle işittim ki, Kufe’de falancadan:

Bir melek duruyormuş yanında senin her an.

Dostun mu, düşmanın mı, müslüman mı, kâfir mi?

Sana haber verirmiş, bu, hiç olabilir mi?)

Bunları söyleyince o hazret-i İmam’a,

(Sen ne iş yapıyorsun?) diye sordu adama.

 

(Buğday satıcısıyım) dediyse de o adam,

(Sen yalan söylüyorsun) buyurdu ona İmam.

O dedi: (Ara sıra arpa da satıyorum.)

Buyurdu: (Bu da yalan, sen hurma satıyorsun.

Ne için doğru sözden ediyorsun inhiraf?)

Deyince, o, doğruyu hemen etti itiraf.

Ve şaşkın vaziyette sual etti bu sefer:

Dedi: (Sana bunları, kim veriyor ki haber?)

Buyurdu ki: (Yanımda, bir melek var ya benim.

Onun söylemesiyle oluyor hep haberim.

Sen de, şu hastalıktan edersin birgün vefat.)

O kimse, o marazdan vefat etti hakikat.

Biri de anlatır ki: Muhammed Bakır ile,

Bir vakit, gitmiş idik Halifenin evine.

O zaman buyurdu ki: (Bu hane yıkılacak.

Toprakları taşınıp, sırf taşları kalacak.)

Ben, içimden dedim ki: (Bu, olacak iş midir?

Kim halife Hişam’ın evini yıkabilir?)

Aradan fazla zaman geçmemişti ki fakat,

Hişam bin Abdülmelik, aniden etti vefat.

Yerine, oğlu Velid halife oldu hem de.

Evin yıkılmasını emir verdi o demde.

Hakikaten Hişam’ın evi o gün yıkıldı.

Toprakları taşınıp, yalnız taşları kaldı.

Zeyd bin Zeynel Abidin, gelmişti birgün ona.

Gidince, arkasından şöyle buyurdu bana:

(Bu genci şehid edip, başını gezdirirler.

Sonra da, bir kamışın üzerine dikerler.)

Ben bunu işitince, çok hayret ettim, fakat,

Fazla zaman geçmeden, bu da oldu hakikat.

 

Bunlar hırsız

Bir gün Muhammed Bakır hazretleri, at ile,

Medine’ye giderdi büyük cemaat ile.

O ara iki kişi, karşıdan geliyordu.

İmam, o kimseleri görünce hemen durdu.

Yanında olanlara buyurdu: (Bunlar hırsız!

Yakalayıp, ip ile bunları bağlayınız.)

Onlar (Peki) diyerek, yakaladılar, ama,

Birisi merak edip, şöyle sordu İmam’a:

(Bu kimseler, hırsıza hiç de benzemiyorlar.

Yanlarında olurdu, bir şey çalmış olsalar.)

 

Buyurdu ki: (Şu dağda vardır ki bir mağara,

Çaldıkları şeyleri, koymuşlardır oraya.

Sen git o mağaraya, ne görürsen onu al.

İki bavul olacak, buraya getir derhal.)

O kimse (Peki) deyip, gitti o mağaraya.

Gördü ki, iki bavul bırakılmış oraya.

O bavulları alıp, geriye geldi hemen.

Sonra da, Medine’ye vardılar çok geçmeden.

Gidip öğrendiler ki, insanlardan hemence:

Hırsızlık hadisesi vuku bulmuş o gece.

Malı çalınan kişi, kadıya müracaat,

Etmiş ki, o hırsızlar bulunsunlar tez saat.

Vermiş isimlerini, iki zanlı kişinin.

Hakim, azarlıyordu onları bu iş için.

İşte tam o sırada, geldi Muhammed Bakır.

Buyurdu ki: (Hırsızlar onlar değil, bunlardır.

Çalınan eşyalar da, işte şu bavullarda.

Biz bu iki hırsızı, yakaladık yollarda.)

Malı çalınan adam görünce bavulları,

Dedi: (Geceden beri arıyorum bunları.)

Sonra, o hırsızların suçları oldu sabit.

Verildi cezaları hemen o gün, o vakit.

Hırsızlardan birisi, etti tövbe istiğfar.

Halis bir mümin oldu, ta ölünceye kadar.

Dedi: (Resulullahın mübarek torununun,

Eliyle, hidayete vasıl oldum, hamd olsun.)

Eli de kesilmişti bu hırsızlık suçuyla.

İmam, kesik eline bakarak göz ucuyla,

Buyurdu ki: (O senin elin varya kesilen,

Cennete gitmiş oldu, yirmi yıl önce senden.)

Bir şey anlamadılar bu sözden kimse ogün.

Dediler: (Bir hikmeti vardır elbet bu sözün.)

O günden, yirmi sene geçmiş idi ki fakat,

O kişi, bu dünyadan ayrılıp etti vefat.

İmam, iki bavulun sahibi olana da,

Buyurdu ki: (İkibin altının var bunlarda.

Bin altın sana ait, başkasınındır bin’i.

İstersen söyleyeyim sahibinin ismini.)

O, hıristiyan idi, arz etti ki İmam’a:

(Nasıl bilirsiniz ki o kimseyi siz ama?)

O zaman buyurdu ki ona Muhammed Bakır:

(Onun ismi, Muhammed ibni Abdurrahman’dır.)

O hıristiyan kişi, bu ismi duydu ondan.

Şehadeti getirip, oldu halis müslüman.

Bir kimse, bir evliyanın ruhuna, ömründe bir kere bile olsa bir fatiha okuyup hediye etse, o zat bu iyiliğin altında kalmaz. Mutlaka o kimseye şefaat eder. (Kelam-ı kibar)  

Bir kurdun ricası

Ehl-i beyti kiramdan, keramet ehli bir zat.

Ondan yayılıyordu kalplere nur, füyuzat.

Yolculuğa çıkmıştı , o birgün biri ile.

Kendi katırda idi, o ise merkebiyle.

Bir dağın eteğinden giderken konuşarak,

Üst taraftan, süratle bir kurt geldi koşarak.

Ve İmam’ın önüne atıverdi kendini.

Durdu İmam, görünce o kurdun geldiğini.

Hayvan, kendi halince sesler çıkartıyordu,

Sanki bir derdi vardı, onu arz ediyordu.

İmam onu dinleyip, buyurdu ki o vakit:

(Peki olur, üzülme, sen şimdi yerine git.

Arzu ettiğin gibi ederim ona dua.

Allah’ın izni ile, bulur şifa ve deva.)

O kurt, sevinç içinde dönüp gitti yerine.

Sordu hazret-i İmam sonra yanındakine.

Buyurdu ki: (Bu kurdun, sen de gördün halini.

Ve lakin anladın mı bana ne dediğini?)

Dedi ki: (Bizde öyle haslet yok anlayacak.

Peygamberin torunu bunlardan anlar ancak.)

Buyurdu: (Kurt dedi ki, hastadır şimdi eşim.

Size, bir duanızı almak için gelmişim.

O, karın ağrısıyle kıvranır şimdi hepten.

Dua buyurunuz da, halas olsun bu dertten.

Dua edeceğimi söz verince kendine,

Sevinip, neşe ile dönüp gitti yerine.)

Gözü a’ma biri de, sordu ki ona bir gün:

(Siz, torunu musunuz Allah’ın Resulünün?)

O (Evet) buyurunca, sordu yine: (Peki siz,

Sevgili Peygamberin, bir varisi misiniz?)

İmam (Evet) deyince, sordu yine o adam:

(Peki, sizde şu haslet bulunur mu ya İmam!

 

Ölüleri diriltmek, körleri iyi etmek.

Baras hastalığını tamamiyle gidermek?)

Şöyle buyurdular ki ona Muhammed Bakır:

(Allah’ın izni ile, bu kuvvet bizde vardır.)

O, sevinip şöylece arz etti ki İmam’a:

(Benim, uzun zamandır iki gözüm de a’ma.

Madem ki sizde vardır böyle kuvvet efendim,

Bir himmet buyurun da, açılsın şu gözlerim.)

O, mübarek elini sürdü onun yüzüne.

Nur geldi o esnada onun iki gözüne.

Görmeye başlamıştı iki gözü de hemen.

Lakin İmam, adama şöyle dedi peşinden:

(Kardeşim, a’ma iken kolaydı senin işin.

Hesaba çekilmezdin ahirette göz için.

Lakin şimdi, gözlerin açılınca bu günde,

Hesaba çekilirsin yarın mahşer gününde.

Ben, sana hakikati söyledim ki, bilesin.

Şimdi yap tercihini, hangisini dilersin?)

Dedi ki: (Tek hesabım olmasın da mahşerde,

Varsın iki gözüm de, görmesin hiç bu yerde.)

O böyle söyleyince, elini sürdü tekrar.

Adamın iki gözü, yine görmez oldular.

 Kaynak:Şiirlerle Menkıbeler- Abdullatif UYAN

 

Kaynaklar:

[1] – Kifayet’ul-Eser, s. 164.

[2] – a. g. e, s. 237 ve 238.

[3] – a. g. e, s. 298 ve 299. (Enbiya/73)

[4] – İrşad, c. 2, s. 159.

[5] – İhtiras, s. 201.

[6] – İrşad, c. 2, s. 160.

[7] – Fezail-i Şazan, s. 166.

[8] – Kafi, c. 2, s. 499.

[9] – Bihar, c. 46, s. 290.

[10] – a. g. e, c. 46, s. 302.

[11] – a. g. e, c. 46, s. 290.

[12] – Tehzib, c. 6, s. 78.

[13] – İhkak’ul-Hak, c. 12, s. 168.

[14] – Tuhaf’ul-Ukul, s. 583.

[15] – Vesail’uş-Şia, c. 3, s. 331, h. 7.

[16] – Vesail’uş-Şia, c. 4, s. 1116, h. 1.

[17] – Kafî, c. 4, s. 409, h. 14.

[18] – Vesail’uş-Şia, c. 5, s. 42, h. 2.

[19] – Kurb’ul-Esnad, s. 360, h. 1285.

[20] – Bihar, c. 87, s. 227.

[21] – Bihar, c. 87, s. 226, h. 39.

[22] – Bihar, c. 85, s. 82, h. 23.

[23] – Bihar, c. 84, s. 248; Deaim’ul-İslam, c. 1, s. 159.

[24] – Kâfî, c. 2, s. 487, h. 3.

[25] – Keşf’ul-– Ğumme, c. 2, s. 363.

[26] – Vesail’uş-Şia, c. 7, s. 367, h. 31.

[27] – Vesail’uş-Şia, c. 7, s. 219, h. 3.

[28] – Kurb’ul-Esnad, s. 8, h. 26.

[29] – Vesail’uş-Şia, c. 8, s. 276, h. 2.

[30] – Vesail’uş-Şia, c. 8, s. 280, h. 10.

[31]- Kurb’ul-Esnad, s. 8, h. 23.

[32] – Mişkat’ul-Envar, s. 208.

[33] – Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 329.

[34] – Bakır, ilmi yaran anlamına gelmektedir.

[35] – İhkak’ul-Hak, s. 12, s. 157.

[36] – Mişkat’ul-Envar, s. 203.

[37] – Bihar’ul-Envar, c. 46, s. 288.

[38] – Bihar, c. 89, s. 350, h. 28.

[39] – El-İrşad, s. 164.

[40] – Menakıb, c. 4, s. 208.

[41] – Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 363.

[42] – Vesail’uş-Şia, c. 6, s. 303, h. 5.

[43] – Men Lâ Yahzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 212, h. 2183.

[44] – Bihar, c. 46, s. 303, h. 51.

[45] – Men lâ Yahzuruh’ul-Fakih, c. 3, s. 441, h. 4528

[46] – Vesail’uş-Şia, c. 16, s. 507, h. 6.

[47] – Vesail’uş-Şia, c. 11, s. 209, h. 5.

[48] – Kâfî, c. 6, s. 480, h. 3.

[49] – Kâfî, c. 6, s. 475, h. 2.

RenkliWEB / Kültür/Sanat / Din Kültürü / İmam Muhammed Bakır Hayatı

Üyelik Girişi
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam209
Toplam Ziyaret1337783
Hava Durumu
Saat
Takvim