• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/pages/Abdülkadir-Geylani-Derneği/449321835176851
  • https://twitter.com/KADRDERV
SİTE MENÜSÜ
GÖRÜNTÜLÜ MEALLİ KUR'AN-I KERİM HATMİ ŞERİFİ
NAMAZ VAKİTLERİ
Site Haritası

sır 6

Tevbe ve Telkin Üzerine
 
 
 
Buraya kadar bazı meratib izah edildi; onların hangisi olursa olsun, tevbe ile elde edilir. Bunu böylece bilesin.

Tövbenin tam olması da şarttır. Ayrıca ehli olandan da, o yolların telkinini almak gerekir.

Allah-ü Teâla şöyle buyurdu:
- «Onları takva kelimesi ilzam etti.» (Fetih, 26)

O takva kelimesi La ilahe illallah, cümlesidir. Îşte ona sahib olanı bulup almak icab eder.

Sonra o kelimenin alındığı yerin; ALLAH, lafza-i celalinden gayrı her şeyden pak ve temiz olması da icab eder. Bilhassa avam halkın ağzından duyulan bütün sözlerle, o kalb sahibi tarafından söylenen söz ayırd edilmeli..

Ayrıca söylenenlerin, söyleniş tarzına da dikkat etmeli. Zahirde aynı manayı taşısalar bile, bâtın itibarı ile tamamen değişiktir.

O zattan çıkacak kelamla, diğerleri aynı olamaz.

Kalb; manen diri bir kalbden TEVHÎD tohumunu alınca hayata kavuşur. Ve o tohum tam olur. Kemâle ermeyen tohumdan bir bitki bitmez. Kur'an-ı Kerimin iki yerinde geçen: LA ÎLAHE İLLALLAH cümlesi, anlatmak istediğimizin esasına işaret eder.
Birinde: «LA ÎLAHE İLLALLAH, cümlesi onlara okunduğu zaman büyüklenirler.» (Saffat, 35)

Bu ayet zahirî duruma işaret eder; yani âvama dairdir.
Diğer yerde ise, şöyle buyurulur:

- «Şunu bil ki. - LA ÎLAHE İLLALLAH - Allahtan başka ilah yoktur; sonra senin ve kadın, erkek müminlerin günahına bağış talebinde bulun!» (Muhammed, 19)

Bahsettiğimiz telkin bu âyetin delâleti ile olmaktadır. Ki bu. havas kullar için buyurulur.

ZİKİR TELKİNİ: Bu yolu, Resulüllah S.A. efendimizden ilk taleb eden Hz. Ali r.a. olmuştur. Peygamber S.A. efendimizden en yakın, en değerli ve en kolay yolu belletmesini temenni etmişti. Bunun üzerine Peygamber S.A. efendimiz Cibril'in gelmesini bekledi.. Geldi; üç defa Peygamberimize S.A. yukarıda zikri geçen TEVHÎD kelimesini telkin etti. Sonra Peygamber S. A. efendimiz aynı şekilde tekrar etti. Bundan sonra Hz. Ali'ye r.a. belletti. Daha sonra ashaba geldi; aynı cümleyi onlara öğretti.. Ve aynı mânayı anlatmak için bir gün, şöyle buyurdu.

- «Biz küçük cihaddan döndük; büyük cihada geliyoruz.»

Bunu söylerken nefisle edilen cengi murad ediyordu. O büyük Peygamber S.A. bir gün ashaptan birine şöyle diyordu:

- «En büyük düşmanın; iki kaburga kemiğin arasındaki düşmandır.»

İlahî sevgi, vücud düşmanı ölmeyince ele gelmez. Vücudun, ilk defa emmâre, levvâme ve mülhime derecelerinde olan nefisten temizlenmesi lazımdır. Sonra, hayvani adetlerden de pak olmak icab eder. Özellikle; çok yemek, çok içmek, çok uyumak, boş şeylerle meşgul olmaktan.. Sonra, yırtıcı hayvani huylardan sayılan; öfkelenmek, kızmak, dövmek, saldırmak ve benzeri huyları da bırakmalıdır.
Şeytanî huylardan sayılan, büyüklenmek, kendini beğenmek, hased etmek, kin ve benzeri huyları da bırakmak icab eder. Bunların dışında kalan, kalbe ve bedene dair afetlerden de korunmak, temiz olmak icab eder. Bunlardan arınan kimse, esasta sayılan hatalardan arınmış olur. Temiz, pâk, tövbekar kullardan sayılır. Bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurulur:

- «Allah, tövbekârları, sever; pak, temizleri sever.» (Bakara, 222)

Zahirde mücerret günahlardan tevbe eden için gereken şudur ki, aşağıya alınan cümlenin tehdidi altına girmeye..

- Her ne kadar tevbe ettiyse de, tevbekâr olmamıştır.
- «Tevbekâr olmamıştır.»

Cümlesi biraz mübalağa ile zikrediliyor. Bundan çıkan mana şudur:
Havas kullara has olan tevbe ile tevbe etmiyor...
Dıştan tevbe edip. işin özüne geçmeyen kimse odur ki: Otu keserken, kökünü kesmiyor; yalnız dışta görünen kısmını koparıyor. Bu hale göre, o ot ilk halde; öncesinden daha çok dal salacaktır.

Hataları, bilhassa kötü huyları tam bırakan kimse, kopardığı otu kökten keser. Şüphesiz, o bir daha dallanmaz; dallanması nadir olur; ki onu kurutmak kolaydır.
Bu sökülme ameliyesi yapılırken,. diğer bir büyük zattan gelen manevî telkin de, bir alet sayılır. Yapılan telkin kime ise; onda mevcut olan Hakkın zatından gayrı şeyleri keser atar.

Acı ağacı, kökünden kesip geçmeyen kimse, tatlı ağaca eremez.

- «Ey basiret sahipleri ibret alınız; iflahınız ve vuslatınız, bu yolda umulur.» (Haşr, 21)

Bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurulur:

- «O öyle bir Allah'tır ki, kullarından tevbeyi kabul eder; hatalardan geçer.» (Şura, 25)

Yine buyuruyor:
- «Kim tevbe ve iman eder, iyi işi yaparsa.. Allah böyle bir zümrenin kötülüklerini iyiliğe çevirir.» (Furkan, 70)

Tevbe iki kısımdır. Avam halkın tevbesi, bir de has kulların tevbesi...
Avam halkın tevbesi; Zikirle, ciddî çalışma ile; olur. Böylece isyandan taate, kötülükten iyiliğe, geçilir ve... cehennemden cennete gidilir. Sonra.. tevbenin aslına, bedenin rahatından geçip, nefsin güç işlere sokulması neticesinde varılır..

Has kulların tevbesine gelince.. O, bir başka durum arz eder. Onlar, iyi görünen kimselerin iyi hallerinden daha ileride bir mârifet makamındadırlar. Dereceler onlar için yok olur, tam yakınlığa varmışlardır. Cismanî tadları bırakıp. ruhanî lezzete ererler. Bu lezzet; Allah-ü Teâla'nın zatından gayrı her şeyi bir yana atıp, onunla ünsiyet etmek ve ona yakîn gözü ile nazar eylemektir.

Yukarıda bahsi geçen tadlar, maddi varlığın kazancı sayılır. Halbuki o maddî varlığın bizzat kendisi hatadır; kazancı da ona göre.. Nasıl ki şöyle bir büyük kelâm vardır:

-«Vücudun öyle bir günahtır ki. onunla hiçbir günah kıyas edilemez.»

Bazı büyükler Allah onlara rahmet eylesin şöyle derler:
- Yakınlık makamına varamayan iyilerin yaptığı iyi iş; yakınlık makamına varanlara nazaran, hata sayılır. Îşte bundandır ki, Peygamber S.A. efendimiz günde yüz defa istiğfar ederdi. Bunu Allah-ü Teâla, bize tâlim için Peygamber S.A. Efendimize buyurmuştur:

- «Günahına bağış talebinde bulun.» (Muhammed, 19)

- Yani, varlığını silmeyi Allah'tan dile.. Bu hale, tevbeden daha çok; ÎNABE, tabir edilir. ÎNABE, Allah'ın zatmdan gayrı her şeyden geçip ona dönmektir. Ve onun yakınlık evine girip, ilahî yüze nazar eylemektir. Bu aziz kulları Peygamber S.A. efendimiz anlatırken, şöyle buyurur:

- «Allah'ın birtakım kulları vardır ki; onların bedeni dünyadadır; ama. kalbleri arş altında.»

Onların kalbi arş altında olması, dünyada ilahî rüyetin olmayışındandır. Kalb aynasında ilahî sıfatların tecellisi görülür. Ki, Hz. Ömer R.A. bu hususta der ki:

- «Kalbim, Rabbimi, Rabbimin nuru ile gördü.»

Kalb, CEMAL sıfatının tecellisine bir aynadır.
Bu anlatılan âlemin bir ismi de müşahededir. Bunun hasıl olması için: Ergin, vuslat âlemini bulmuş, geçmiş zatlar tarafından makbul olan bir zatın telkini lazımdır.
Bu zat, o âleme erdikten sonra. Allah'ın emri ile, noksan kişilerin eksiğini tamamlamak için, bu âleme gönderilmiş olmalıdır. Bu gelişte vasıta, bizzat Peygamber S.A. efendimiz olmalıdır.
Velî zatların kullara gönderilişi özel bir durum arz eder. Bunların dâveti umuma şâmil değildir. Bu yüzden peygamberlerle tefrik edilirler. Çünkü peygamberler hem havas kullara hem de avama gönderilmiştir. Sonra bunlar, yani peygamberler, kendi işlerinde tam istiklale sahiptir. Velîler müstakil değildir; peygambere uymak zorundadırlar. Derler ki:

- Kendi istiklalini îlan etmeye yeltenen bir velî, kendisini peygambere benzetmek ister ki; bu isteği onu küfre götürür..

Peygamber S.A. efendimiz, ümmetinden ulema güruhunu ÎSRAÎL devri peygamberlerine benzetmiş olması başka mana taşır. Musa a.s. peygamberden sonra gelen nebi onun kurduğu dini esas üzerine yürümekte idi. Yeni bir şeriatla değil, aynı şeriatı takip edip gelmekte idi. Bu ümmetin uleması ise, havas kullara gönderilmiştir, emri ve yasağı yeni bir şekilde sunarlar. Açık bir şekilde, amelleri talim eyler, din temelindeki güzelliğe halkı devam ettirmeye bakarlar. Marifet için bir temel yeri olan kalbi temizletirler. Bunlar; ashab-ı suffe gibi, Peygamberin S.A. verdiği bilgiye göre, haberler verirler.

Ashab-ı suffe öyle bir hale ermişti ki; Peygamber S.A. efendimiz, mi'rac hadisesini anlatmadan önce; onlar, mi'racın sırlarından bahsederdi..
Velî, Peygamberin S.A. velâyet haline de sahiptir. Çünkü taşıdığı hal, peygamberliğin bir cüzüdür, îç âlemi Peygamberin S.A. emânetindedir.
Bu anlatılanları dinlerken: Zahiri ilme sahib olan herkesin, bu hale ereceği akla gelmesin. Bizim anlattığımız peygamber varisleri, neseb itibarı ile ona yakın olanlardan da ileridir. Peygambere tam varis olan, bir oğul derecesindedir; ki o manevî neseb itibarı ile en yakındır. Zahiri neseb, bu nesebe göre sönük kalır...

Bunlar kahhar sıfatının mazharıdır. Ve dinî nizâmı korurlar. Taze cevizin yeşil kabuğu misali..

Zahirî bilgi sahipleri ise, cevizin özünü saklayan sert kabuğuna benzer.
Bâtın âlimlerine gelince onlar da öz sayılır.

Peygamber S.A. efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurur:

- «Ulema meclisinde oturmalısınız. Hakimlerin sözünü dinlemelisiniz. Allah-ü Teâla, yağmur suyu ile, yeri yeşerttiği gibi; hikmetle de ölü kalbleri ihyâ eder.»
 
Yine buyurur:

- «Hikmet, müminin yitiğidir, bulduğu yerde alır."

Âvam halkın dilinde olan kelâm, LEVH-Ü MAHFUZ'dan iner; orası ceberut âlemidir. Derece itibarı ile hesaplanır. Hakka vasıl erlerin dilinden akıp gelen cümleler en büyük makamdan coşar.. Orası yakınlık ilidir; arada vasıta yoktur. Her şey aslına dönecektir. Bu sebeple kalbin dirilmesi için, ehl-i telkini arayıp bulmak gerek.. Bu farzdır. Peygamber S.A. efendimizin şu Hadis-i Şerifi buna işaret eder:

- «İlim, her müslüman kadın ve erkeğe farzdır.»

Burada farz olan ilimden murad, marifet ve Hak yakınlığı ilmidir. Geri kalan bilgilerin, ancak lüzumu kadarı farzdır. Farz ibadetlerinin edâsı için gereken fıkıh ilmi gibi..
Yakınlık âlemine vara.. Derecelerin hiç birine iltifat etmeye.. Allah-ü Teâla bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurur:

- «Söyle, ben yaptığım işe sizden ücret istemiyorum. Ancak yakınlıklara bağlılık, sevgi..» (Şûrâ, 23)

Bazı rivayetlere göre, buradaki yakınlıktan murad, Hak yakınlığı bilgisini tâlimdir.

Üyelik Girişi
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam274
Toplam Ziyaret1337848
Hava Durumu
Saat
Takvim